Kayıtlar

Lozan'ın başarı ölçütü ve günümüzün asli görevi

  Lozan'ın başarı ölçütü ve günümüzün asli görevi Lozan Konferansının üzerinden 101 yıl geçti. Antlaşmaya ilişkin her şey açıklığa kavuştu. Nihayet merdiven altı gerici eğitimin dayanaklarından biri daha çöktü ama zihinler berraklaştı mı, bilinmez…   Lozan, iki savaşın diplomatik boyutta hesaplaşma arenasıydı. İlki Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Osmanlı’nın; diğeri Milli Mücadele’yi zafere ulaştıran ve kurulmakta olan yeni Türk devletinin… Masada iki yanımızdan biri zayıf, diğeri kuvvetliydi. Görevlendirilen heyetten beklenen açıktı: Bağımsızlığı ve egemenliği sağlamak. Maksat açıktı: Misakı Milliyi gerçekleştirmek… İki konuda taviz verilmeyecekti: Kapitülasyon istekleri ve Ermenilerin toprak talepleri. On yıllık savaştan çıkılmıştı. Ülke harap haldeydi. Türk ordusunun gücü sınırına yaklaşmıştı. Vatandaşın dayanma gücü tükenmişti. Bir an önce barış yapmak, halkın yaralarını sarmak en öncelikli görevdi… Ülkenin en gelişmiş bölgesi olan Ege, üç yıldır işgalin ardından geri

15 Temmuz üzerine

  15 Temmuz üzerine Üzerinden sekiz yıl geçti ancak o geceye ilişkin gri alanlar beyaza döndürülemedi. Hatta siyahlaştı. Yıllardır bilimsel bakışın ıskalanması yanında iktidarın ifade özgürlüğünün karşısında konumlandırdığı yargı sopası düşünenlerin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı için gerçeklerin gün yüzüne çıkması şimdilik başka bahara kaldı… Tabii, AKP’nin “ kendisine zarar vermeyen bir FETÖ ile mücadele stratejisi ”   benimsemesi de başka bir başat etken oldu, iş FETÖ ile mücadele olmaktan çıktı. AKP darbe girişimini fırsata çevirdi. Atatürk cumhuriyetinden geride kalanı da Erdoğan cumhuriyetine dönüştürdü. Rejimin tabiatı değiştirildi. TBMM egemenliğin kayıtsız şartsız merkezi olmaktan çıkarıldı. Yargı bağımsızlığını tamamen kaybetti, tarafsızlığını da… Kurumlar sadakate dayalı olarak yeniden yapılandırıldıkları için cumhuriyetin kurumları olmaktan çıkartıldı. Liyakat niteliği aranır olmaktan çıkarıldı. 2010’dan itibaren atılan adımlar devlet hayatında

Normalleşme ama nasıl?

  Normalleşme ama nasıl? Son dönemin moda tabiri oldu. Gerçekten normalleşmek lazım. Ama nasıl? Tek bir yolu var: Mevcut hukuk sisteminin adalet dağıtmasını sağlamak. Yetmez! Öncelikle yargı eliyle yapılan adaletsizlikleri ortadan kaldırmak gerekir. Mesela 28 Şubat Davası gerçek delillere göre yeniden görülmelidir ama önce bir yılı aşkındır Adli Tıp Kurumunun “ hapiste tutulmaları uygun değildir ” raporuna rağmen beş hükümlü salıverilmelidir! 28 Şubat’ın darbe olduğu yalanına son verilmelidir.   Mesela Balyoz Davasında beraat kararları bozularak uydurma bir “ suç için anlaşma ”, suçlamasıyla yeniden yargılanan altı masum subayın yargılaması düşürülmelidir! “ Emekli Amiraller Duyurusu ” dosyasında verilen beraat kararına Cumhurbaşkanlığı avukatlarınca yapılan temyiz başvurusu geri çekilmeli, mahkemenin kararı istinafta gecikmeden onanmalıdır! Gezi Davasında yeniden yargılama yapılarak olmayan suçlardan verilen cezalar iptal edilmelidir! Başka benzer davalar da var, ikti

Biz kimiz?

  Biz kimiz? Bizden kastım bu ülkenin vatandaşları. Çocukluğumda, gençliğimde yaşamadığım bir kavram uzunca bir süredir hepimizi meşgul ediyor: Kimlik! Cumhuriyetin çözdüğüne inandığımız ve cumhuriyetin öngördüğü gibi çözülmesi gereken vatandaşlık kavramı özellikle 12 Eylül 1980 öncesinden başlayarak toplumumuzu sardı, sarmaladı ve hepimizi bir sorun yumağına hapsetti. Bunda, bir yanda emperyalizmin başarısı, diğer yanda bir ulus devlet olarak kurulmuş Türkiye Cumhuriyetinin siyasi elitinin ülkeyi ulus devlet gibi yönetmemesinin etkisi büyük. Tabii cumhuriyet aydınlanmasının yeterince halkı sarıp sarmalayamaması yanında; özellikle son dönemde AKP’nin ulus kimliğinin temeli olan Türklük yerine Müslümanlığı ikame etme çabası etkin rol oynadı. Cumhuriyette vatandaşın kimliği Türk olarak belirlendi. 1924 Anayasası Md. 88’de, “ Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur ” diye yazıldı. Yani vatandaşa ortak kimlik olarak Türk ismi verildi.

Liderlik ve strateji üzerine

  Liderlik ve strateji üzerine Birbirinin ayrılmaz parçası olarak görülen bu iki konu bir yazının konusu yapılmıştır. Amaç, okuru derinliğine bilgilendirmek yerine konunun boyutlarını kavramalarına yardımcı olmaktır. LİDERLİK Liderlik üzerine yazılmış çok sayıda değerli eser mevcuttur. Bu eserlerin bir kısmı teoriktir, bir kısmı pratiğe yöneliktir. Özellikle biyografiler, anılar, liderlerin kendi yazdıkları ve kendi mücadelelerini anlattıkları ikinci grubun ürünleridir. Konuyu kuramsal olarak ele alan birçok yapıt vardır: Acar Baltaş ’ın Türk Kültüründe Liderlik, Ekip Çalışması ve Liderlik, Bir Yolculuk Olarak Liderlik ;   John Adair ’in Etkili Stratejik Liderlik, Bir Lider Nasıl Yetişir ; Kevin Murray ’ın Karizmatik Liderlik ; Uğur Zel ’in Kişilik ve Liderlik kitabı. Henry Kissinger ’in Liderlik kitabı hem teorik hem de altı liderin analizini içermektedir. Mustafa Kemal Atatürk ’ün Nutuk ’u liderlik ve strateji incelemesi yapanlar için özel bir yer tutmaktadır. Lide

Büyük baş ağrısı: Suriye ve geleceği

  Büyük baş ağrısı: Suriye ve geleceği AKP iktidarının Suriye politikası Türkiye’nin güvenliği aleyhine birçok sonuç doğurmuştur. Çok basit bir ifadeyle 2011 yılında ABD ile birlikte girişilen Suriye’de rejimin değiştirilmesine destek politikası anılan ülkenin daha da istikrarsız bir duruma düşmesine yol açmıştır. Sınır güvenliği 2016’dan itibaren yapılan askerî operasyonlara rağmen tam olarak sağlanabilmiş değildir zira kontrol altına alınan ve güvenli kılınan alan hem sınırın yarısına denk düşmektedir hem de daha güneye ötelenen tehdidi ortadan kaldırmamıştır. Ülkeye kabul edilen, ağırlanan, özenle bakılıp beslenen ve sayısı tam olarak bilinemeyen milyonları aşkın sığınmacının varlığı da hem demografik yapının bozulmasına hem de iç güvenlik açısından büyük risklerle karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. Bu risklerin ne anlama geldiği önümüzdeki dönemde sosyal, ekonomik, siyasi alanları da kapsayacak şekilde kendisini daha çok hissettirecektir. İdlid’te HTŞ’nin varlığı ve et

Terörle mücadele üzerine

  Terörle mücadele üzerine Acımız büyük, hem de çok büyük. Ama ilk değildi, son da olmayacak! Hatta kısa süre sonra unutacağız; tıpkı Dağlıca’yı, Aktütün’ü unuttuğumuz gibi… Suya yazdığımın bilincinde olarak belki bir katkı olur diye kaleme aldım. Önce beş önemli konunun altını çizelim: Birincisi , birileri vatanseverliğin tapusunu almış, kendi dar dünyasının dışına çıkılmasını hainlikle yaftalamayı marifet sayıyor. Onların bu tutumunu alkışlayan kalabalıklar oldukça ve cesaret kaynağı olmayı sürdürdükçe keyfilik sürecek demektir. Bu durum, aklı başında birçok kişinin ülke meselelerini özgürce sorgulamasını ve görüş ileri sürmesini engelleyici etki yaratıyor. Kimisi korkuyor, kimisi ‘bana ne’ diyor! Fikri çölleşme büyüyor… İkincisi , 20 yıl önce PKK saldırıları sonrası TSK’yi yerden yere vuranlar, bugün koşulsuz olarak onu destekler görünüyor. Bu nefret/sevgi dengesizliği en çok TSK’ye zarar verdi, veriyor, vermeye devam edecek… İki TSK’miz yok. Ona göz bebeğimiz gibi sahip ç