Milli Mücadelenin Lideri ve Genel Değerlendirmesi
Kurtuluş Savaşı, bir başarı örneğidir. Çok öğreticidir.
Bu bölümde kısaca bu çıkarımlara değinecektir.
Milli Mücadele öncelikle hesapla inancın harman olduğu
bir süreçti.
Her şeyden önce bir inançtı. Bağımsız
yaşamış bir milletin üzerinde serili duran ölü toprağını atma inancıydı. Ancak
bu inanç örtük vaziyetteydi. Harekete geçirilmesi gerekiyordu. Bu gerçeği bir
veri olarak ele almak ve bundan hareketle hesap yapmak şarttı. Bunu yapan bir
kişi vardı. Belki birden çok kişi bunu arzulamaktaydı. Ancak mesele bunun
hesapla birleştirilmesiydi.
İnanç, potansiyeli ortaya koymanın sevdasıdır. Gönül
işidir.
Hesap, veriye dayalı yapılır. Potansiyelin ve kinetiğin
matematiğidir. Hesap sonuç olarak bir akıl işidir.
Gerçekçi olmak durumundadır. Kurmaylık konusudur. Kurmay
verilere dayalı hesap yapar. Yol haritası hazırlar. Askerlikte bu sürece durum
muhakemesi adı verilir. Olabilecek her şey muhakemeye dâhil edilir.
Ancak muhakemelerin tıkandığı noktalar vardır; çünkü
hesapların dayandığı veriler yapılabileceği gösterir. Kurmaylık hesabın
açmazlarını da dikkate almayı gerekli kılar. Kör noktalarını, sürtünme
yerlerini, çıkışsız kalınan durumları, düğüm noktalarını... Yapılabilecek ile
yapılması gereken arasında her zaman fark oluşur. Bu fark, kabul edilmesi
gereken riskleri belirler. Riskler de bunları üstlenecek liderleri ortaya
çıkarır.
İşte bütün bunların çözümünü sağlayan kişi
komutan/liderdir. Liderlik hem hesap hem de gönül adamlığı birlikteliğini
zorunlu kılar. Riskler kısmen de sezgi gücünü gerektirir. Bu vasıflara sahip
bir lider ihtiyacı olmazsa olmazdır. Bu çapta birileri yok muydu? Elbette
vardı.
Ancak içlerinden biri hem buna inandı hem hesabını yaptı
hem de hayata geçirecek iradeyi sergiledi; riskleri aldı ve sorumluluğunu
üstlendi.
O kişi Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Atatürk’tü.
Bu yargıya olayları incelediğimizde kendimiz de
varabiliriz. Ancak sürecin tanıklarına başvurmak en doğrusudur. Bu tanıklar,
işin başından beri birlikte olduğu şahsiyetler Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy,
Kâzım Karabekir ve Refet Bele’dir. Onların ortak özelliği, savaşta Atatürk ile
birlikte olmaları; Kurtuluş Savaşı sonrasında ise yollarının ayrılmasıdır.
Onların yargılarını değerli kılan da, aralarının açılmasının ardından
yazdıkları ve söyledikleridir.
Bakalım Rauf Orbay ne yazmış: “Başından sonuna kadar mücadelenin içinde bulunmuş bir insan olarak bütün samimiyetimle tarih huzurunda itiraf ederim ki: O olmasaydı, bu vatan ve bu millet, bu kurtuluşu, böylesine tam ve şan ve şerefle, kolay kolay idrak edemezdi.” Bu ifadesinden sonra Orbay, haklı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın, bütün sıfat ve yetkilerinden sıyrılıp bir millet ferdi haline geldiği zaman, “Önderimiz ancak o olabilir” diyen Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy Paşaların rolüne de vurgu yapmaktadır. (1)
Orbay, Mustafa Kemal Paşa’nın sayısız meziyetleri, hasletleri ile “Milli Mücadele önderliğini” hak ettiğini belirtmektedir. Ayrıca; Karabekir Paşa’nın, “Rauf, her cephede vuruşmakla başlayıp, umumî zaferle sona erecek olan bu memleket kurtarma davasında, bize kumanda etmek salâhiyet ve kudretini haiz olan tek şahsiyet Mustafa Kemal Paşa’dır” dediğini; kendisinin bu ifadeleri Mustafa Kemal Paşa’ya aktardığını yazmaktadır. (2)
Ali Fuat Cebesoy da aynı tespitlere yer vermektedir: “Mukaddes yurdun her köşesinde kurtuluşu düşünmüş ve hatta bu uğurda kendini feda edercesine ortaya atılmış olanlar vardı. Fakat bunlardan hiçbiri onun (Mustafa Kemal) kadar genel kurtuluş planının esaslarını, o günlerin ahval ve şeraitine (durum ve koşullarına) uygun olarak düşünmemişti. (...) Hülasa edilmek lazım gelirse (özetlemek gerekirse) Mustafa Kemal ilk günden itibaren milletinin başında ve önünde şef olarak yürümeye herkesten ziyade layık ve muvaffak olabilmiş...”(3)
Cebesoy’un başka bir tespiti: “Hangi cepheden, o günlerin durumu tespit edilirse edilsin, en isabetli görüş, karar ve hareket, o zamanlardan itibaren ‘Milli Şef’ tanınmak suretiyle kendisine itimat edilmiş olan Mustafa Kemal’indir.” (4)
Refet Bele’nin ne düşündüğünü aşağıdaki satırlarda bulmak mümkün: “İlk günden itibaren Mustafa Kemal Paşa Hazretleri memleketten düşmanın tard ve def’i (uzaklaştırılması ve kovulması) ile beraber aynı zamanda bugünkü inkılâbı intaç etmeyi (sonuçlandırmayı) düşünmüş, takip etmiş ve bunun için muhtelif yollar aramıştır.“(5)
Ahmet Kuyaş’ın yazısı, Mustafa Kemal Paşa’nın
İstanbul’dan Anadolu’ya geçme arayışına ilişkindir. Yazar, Refet Bele’nin
Atatürk ile arasının açık olduğu bir dönemde (Akşam gazetesi, 2 Mayıs
1924) bu ifadeleri kullanmasını değerli bulmaktadır. Sonuçta lideri kabul
etmeye ilişkin bir sonuç çıkarmak yanlış olmaz.
Bu tanıklıklara yenileri eklenebilir. Kâzım Karabekir
Paşa’nın da bu konudaki gözlemlerine temas etmek gerekir. Kendisi çok kıymetli
bir komutandır. Bu hususa daha önce yer vermiştik. Mustafa Kemal Paşa 7/8
Temmuz 1919 gecesi istifa etmişti. Karabekir Paşa, hiç tereddüt göstermeden hem
İstanbul’dan gelen tutuklama emrini uygulamamış hem de Mustafa Kemal’e kolordusuyla
birlikte emrinde olduğunu ifade etmişti. Esasında o an, önemli bir kırılma
anıydı. Özel bir saygıyı hak etmiştir.
Ancak daha Kurtuluş Savaşı’nın içinden itibaren ikili arasında bazı sorunlar doğmuştur. Bunları Mazhar Müfit Kansu’nun aktarımından öğrenmek mümkündür.(6)
Biz bu konuya girmeyeceğiz; çünkü iki değerli generalin
yol ayrımı Cumhuriyet ile birlikte açığa çıkmıştır. Burada vurgulamaya
çalıştığımız husus, Kurtuluş Savaşı liderinin gördüğü genel kabuldür. Bunu
önemle vurgulamamızın nedeni açıktır. Milli Mücadele’yi felsefi bağlamda
tasarlayan da, siyasetini, stratejisini belirleyen de, başarıyla sonuçlanmasını
sağlayan da lider olmuştur.
Elbette lider her şeyi tek başına yapmamıştır. Bunu
savlamak yanlış olur. Savaş milletle ve milleti güçlendiren ittifaklarla
kazanılmıştır. Ancak milleti harekete geçiren ve enerjiyi ortaya çıkaran ve
doğru şekilde hedefe yönelten, hareketi bağlantısal bütünsellik içinde yöneten
lider olmuştur.
Zafer Toprak da, Atatürk’ün lider kimliğinin Milli Mücadele yıllarında oluştuğunu belirtmektedir.(7)
Erickson, milli kuvvetlerin Mustafa Kemal olmadan aynı başarıyı kazanabileceğine dair bir alternatif senaryo düşünmenin güçlüğüne dikkat çekmektedir.(8)
Bu bölümü bir özet olarak okumanızı öneririm. Ancak
burada üzerinde duracağımız esas husus olan, Kurtuluş Savaşı’nın dayandığı
felsefeye, ondan kaynaklanan siyasete ve stratejiye yer vereceğiz.
Değerlendirme “Harp Prensipleri” ışığında yapılmıştır.
Liderin felsefesini belirleyen kavramlar, “bağımsızlık ve
özgürlük” idi. Bu kavrama dayalı olarak üretilen siyasetin maksadı, “Misakı
Milli’de öngörülen sınırlar içinde bağımsız yeni bir Türk devleti” kurmaktı.
Dağılan bütün imparatorluklardan ulusal devletlerin doğduğu bir çağda
yaşanıyordu. 1917 Sovyet Devrimi’ni bir kenara koyarsak, dönemin egemen ideolojisi
milliyetçilikti.
Milli siyasetin gerçekleştirilmesi iki aşamalı
tasarlanmıştı: İlk aşaması vatanı kurtarmak; ikinci aşaması halk egemenliğine
dayalı bir yönetim kurmak.
Kitabımızın konusu milli siyasetin ilk aşamasıyla sınırlı
olduğu için buna ilişkin stratejiye değineceğiz. Ancak bu iki aşama, işin
doğası gereği iç içe geçmiştir. Bu durum dikkate alındığında, egemenliğin
kullanılması hususu, vatanın kurtuluşu süresiyle sınırlı olarak ele alınmak
durumunda kalınmıştır.
Başkomutan açısından Kurtuluş
Savaşı’nın kendisi “büyük strateji” idi ki, birçok stratejiyi içinde
barındırmaktaydı. Bunların her biri diğeriyle uyumlu yönetilmek durumundaydı.
Öyle de oldu. Halkı örgütleme stratejisi, milis ve düzenli ordu kurma ve
kullanma stratejileri, iç isyanları bastırma ve kamu düzenini sağlama
stratejisi, Bolşevik nüfuzunu engelleme stratejisi, Saray’ı İstanbul
hükümetlerinden ayrı tutma stratejisi, kaynak yaratma ve güç geliştirme
stratejisi, egemenliği kullanma stratejisi, savunma stratejisi, taarruz
stratejisi... Sovyetlerle ittifak, İtilaf ile işgalci Yunan ordusunu ayrıştırma
ve Batı kamuoyuna yönelik adımları da dışa dönük stratejileri olarak
sayılmalıdır.
Belki de en önemlisi, maksadının açık ve nasıl bir barış
durumuna ulaşılacağına ilişkin zihinsel tasarımının net olmasıydı. Batılı
askeri uzmanların önem verdiği bir ifade olan “istenen son durumu” doğru
tahayyül ve tasarımı ve bunun gerçekleşmesi için kaynaklarını yerinde ve
zamanında kullanmasıydı.
Halkı örgütleme stratejisinin üç bacaklı olduğuna
değinmiş ve 3T ile açıklamıştık: Temas-Teyakkuz-Teşkilat... Bunlar da yer yer
iç içe geçmekte, zamanla harmanlanmaktaydı.
Teşkilatın maksadı silahlı mücadeleyi yürütmekti.
Teşkilatın siyasi ayağını Reddi İlhak’lar, Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleri, Amasya Tamimi (Haziran 1919), Erzurum Kongresi (Temmuz
1919), Sivas Kongresi (Eylül 1919) ve Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin (Nisan
1920) açılması oluşturdu. Nihayetinde Sivas’ta seçilen Heyet-i Temsiliye
sönümlendi ve Meclis Hükümeti kuruldu. Bu merkezlerden yurda yayılan irade,
milleti birleştirdi.
Teşkilatın askeri ayağı olarak Kuvayı Milliye ve düzenli
milli ordu kuruldu.
Kuvayı Milliye, milletin milis örgütlenmesiydi. 1919 ve
1920 yıllarında sınırlı askeri harekât yürüttü. Demirci Akıncıları gibi Büyük
Taarruz’a kadar işlevini sürdürenler de oldu. Başlangıçtan itibaren işgal
güçlerine karşı koydu. İç ayaklanmalara karşı önemli bir varlık gösterdi.
1921’den itibaren düzenli ordu hayata geçirildi. Milis kuvvetleri milli ordu
ile iç içe çalıştı. Başarılarının arkasında bu işbirliği vardı. Ordudan
bağımsız hareket edenler bir süre sonra yük olmaya başladılar. Tasfiye
edildiler.
Milli Mücadele’nin üç bacağı vardı: Millet, meclis ve
ordu.
Millet seferber edildi. Meclis işlevsel kılındı. Ordu
kuruldu ve savaştı.
Yürütülen topyekûn harbin bir örneğiydi. Harp, Meclis
hükümetiyle yürütüldü. Harbin yönetimi üç kişinin elindeydi: Meclis Başkanı,
Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı.
Askeri harekâtın sevk ve idaresi, ilkelerini emretmek
suretiyle Batı ve Doğu Cephesi komutanlarına bırakıldı.
Sevk ve idare yöntemi istişare ve ikna etmeye dayalıydı.
Verdiği kararlara kesin itaat sağlandı.
İlk başarı haberi Maraş’tan (Şubat 1920), ikincisi
Urfa’dan (Nisan 1920) geldi.
Stratejinin ikinci bacağı ittifaklar tesis etmekti.
Sovyetler’le yapılan buydu (Nisan 1920/Mustafa Kemal’in Lenin’e mektubu).
Milli ordu ilk büyük başarısını Doğu Cephesi’nde sağladı
(Ekim 1920). Stratejik bir kazanımdı; çünkü üç cepheli mücadele iki cepheli
hale getirildi. Ermenistan ile Gümrü Antlaşması (Aralık 1920) imzalandı.
TBMM’nin ilk resmi antlaşmasıdır. Sovyetler’le temas fiziki olarak sağlanmış
oldu.
Milli ordu Batı Cephesi’nde Yunan
ordusuna karşı ilk sınavını I. İnönü’de (Ocak 1921) kazanarak verdi. Bu savaş
Çerkez Ethem’in tasfiyesini de içerdiği için çok önemli bir yere sahipti.
Ayrıca Sovyetler ile Moskova Antlaşması yapıldı (16 Mart 1921).
Milli ordunun ikinci zaferi yine İnönü’deydi (Mart 1921).
Ardından yapılan Aslıhanlar ve Dumlupınar Muharebelerinde
(Nisan 1921) arzu edilen sonuç sağlanamadı. Batı cephesi tek elde
birleştirildi.
Batı Cephesi’nin komutasındaki ordu Kütahya-Eskişehir
Muharebelerinde (Temmuz 1921) Yunan ordusuna yenildi. Sakarya’ya çekilmek
zorunda kaldı.
Başkomutanlık Yasası bu koşullarda çıkarıldı (5 Ağustos
1921). Ardından Milli Yükümlülük Emirleri ve İstiklal Mahkemeleri yürürlüğe
kondu. İkincisinin görevi firarları engellemekti; çünkü Eskişehir’den Sakarya
doğusuna çekilen ordunun yaklaşık yüzde 40’ı firar etmişti. Üstelik önemli bir
kısmı silahlıydı.
Sakarya bir ölüm kalım savaşıydı. Türk tarihinin dönüm
noktasıydı. Geri çekilmenin durdurulduğu yerdi. Türk ordusu kazandı
(Ağustos-Eylül 1921).
Savaşın en önemli sonucu Fransa ile yapılan Ankara
Antlaşması (Ekim 1921) ve Kafkaslar’da üç Sovyet Cumhuriyeti ile (Azerbaycan,
Gürcistan, Ermenistan) yapılan Kars Antlaşması oldu. Sovyetler Birliği ile
ilişkilerin boyutu genişledi. Fransa ile yapılan antlaşma sayesinde, iki
cepheli olarak devam eden savaş tek cepheli hale getirildi.
Final savaşı Büyük Taarruz (Ağustos 1922) oldu. Büyük bir
zafer kazanıldı. Sonuçta Yunan ordusu yurttan kovuldu (Eylül 1922).
Mudanya’da yapılan konferans (Ekim 1922) ile Trakya silah
atılmadan boşaltıldı. Askeri hedef ele geçirilmiş oldu.
El Cezire cephesinde Musul’a yönelik girişimler sonuçsuz
kaldı. Yunan ordusu yenilince, Başkomutan olanca ağırlığıyla Musul’u da
kurtarmak maksadıyla 7 Eylül 1922’de El Cezire Cephesi ve Doğu Cephesi
Komutanlıklarına ön emir verdi. 28 Eylül’de esas emir verildi. Aralık 1922
başında 5.800 tüfek, 1.350 muharip süvari, 54 ağır, 33 hafif makinalı tüfek ve
16 toptan oluşan bir kuvvet meydana getirildi. Bu kuvvet Siirt-Diyarbakır ve
Mardin-Cizre bölgelerinde yığınağını tamamladı. Ancak Özdemir Bey komutasındaki
Revandiz Müfrezesi’nin mağlup olarak İran’a sığınması, Lozan görüşmelerinin
kesintiye uğraması ve diğer siyasi ve askeri gelişmeler yüzünden harekâta
girişilemedi.(9) Arzu edilen sonuç
alınamadı. Bunun koşulları yoktu.
Lozan’da yapılan antlaşma (24 Temmuz 1923) ile siyasi
hedef sağlandı.
Nihai olarak 6 Ekim 1923’te Türk ordusu İstanbul’a girdi.
Lozan’ı tamamlayan Montrö Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
olmuştur. Boğazlar’da tam egemenlik sağlandı.
Misakı Milli, Hatay’ın anavatana katılmasıyla bütünüyle
sağlanmıştır. İlk telaffuz edilen Misakı Milli, Musul hariç
gerçekleştirilmiştir. Atatürk’ün tanımından yola çıkarsak, “Misakı Milli, Türk
ordusunun namlularıyla çizdiği hattır”.
Liderleri durumlar doğurur. Elbette arzu edilen bütün
vasıfları taşımak kaydıyla...
Sonuç olarak Milli Mücadele hem bir inanç hem de bir hesap meselesiydi. Mustafa Kemal Paşa bu durumu henüz harbin içinde, Sakarya Savaşı’ndan sonra tekraren net bir şekilde açıklamıştı: “Tam bağımsızlık, bizim bugün üstlendiğimiz vazifenin asli ruhudur (felsefesi/A.Y.). Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı üstlenilmiştir. Bu vazifeyi üstlenirken, tatbik kabiliyeti hakkında çok düşündük (durum muhakemesi/A.Y.). Fakat neticede hâsıl ettiğimiz kanaat (kurmay hesabının sonucu/A.Y.) ve iman (inanç/A.Y.) bunda muvaffak olacağımıza dairdir. Biz böyle işe başlamış adamlarız.”(10)
Bir düşmanının yargısıyla bölümü bitirelim: “Mustafa
Kemal galip gelmişti. Sakarya dönüm noktası olmuştu. İzmir, gösterişli bir
başarıydı. Bu ise gerçek zaferdi. Onun zaferiydi; onun cesareti, kararlılığı,
hüneri ve muhakemesiyle bu gıdadan, donanımdan yoksun, perişan ordu Yunanları
kovalamış; Britanya İmparatorluğu’na kendi koşullarını kabul ettirmiş ve tüm
Avrupa’nın gözünü korkutmuştu.”(11)
Ahmet Yavuz
MEF Ü. Öğrencileri için Başkomutan Emsalsiz Lider, Kırmızı Kedi, s. 489-496'den derlenmiştir. Mustafa Kemal’in Milli Mücadele Stratejisinin değerlendirmesinde bilgi notu olarak kullanılmak üzere hazırlanmıştır.
[1] Rauf Orbay, Siyasî Hatıralar, s. 324
[2] Rauf Orbay, Siyasî Hatıralar, s.
321.
[3] Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar,
Temel Yayınları, İstanbul, 2011, 3. Baskı, s. 29, 30.
[4] Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar,
s. 33.
[5] Ahmet Kuyaş, #tarih dergi, Mart
2019, Sayı: 58, 31.
[6] Mazhar Müfit Kansu, Atatürk’le Beraber,
TTK, 2019, Cilt II, s. 446:452.
[7] Zafer Toprak, Atatürk, s. 8.
[9] Türk İstiklal Harbi, II. Cilt, Batı
Cephesi, 6. Kısım, 4. Kitap, s. 162:164
[10] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s. 466.
[11] Harold C. Armstrong, Bozkurt, s. 234.
Yorumlar
Yorum Gönder