Suriye politikasının ülke güvenliğine etkileri

 

Suriye politikasının ülke güvenliğine etkileri

Bu makalede Suriye’deki savaşın özeti yapıldıktan sonra Türkiye’nin güvenliğine etkileri ele alınmıştır.

SAVAŞIN SEBEBİ

Savaşın sebeplerini içsel ve dışsal nedenler olarak iki boyutuyla ele almak yerinde olur. Suriye’nin içine baktığımızda, yönetsel yapının sorunlu olduğunu söylemek mümkündür. Baba Esad ülke kaynaklarının önemli bir bölümünü Lübnan’a müdahaleler esnasında harcamış, kendi halkının refahını zayıflatmıştır. Halkın refahı yanında demokratik haklarının kullanılmasında sınırlamalar ve çeşitli baskılar, devlette adam kayırma, rüşvet ve yolsuzlukların yoğunluğu negatif bir enerjinin birikmesine yol açmıştır. Müslüman Kardeşler örgütünün varlığı, etkinliği, uzun vadeli mücadelesi ve dış destek alması muhalefet odağı haline gelmesine yol açmıştır. Kürtlerin bir kısmının kimliksiz yaşaması vakıadır. Sonuç olarak zayıf içyapı dışardan manipüle edilmeye elverişlidir.

Dışardan bakıldığında, bölgeyi kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışan Batı’nın (ABD ve AB), Irak’tan sonra Suriye’yi de karıştırmak, bölme ve parçalara ayırma siyasetinin sahaya yansıdığını görürüz. Arap Baharı ile bütün bölge ülkelerine demokrasi geleceği hayali dış etkinin yıkıcılığını hızlandırmıştır. Tunus, Libya, Mısır’da yaşananların bir benzeri için en uygun aday Suriye idi…

Zaten bölgede yürütülen bölgeyi yeniden yapılandırmaya, sınırları yeniden çizmeye yönelik bir plan vardı. Büyük Ortadoğu Projesi… Zamanla adıyla sanıyla genişletildi. Bölge ülkeleri bölünebildiği kadar etnik ve mezhep temelli bölünecekti. ABD ve Batı patronajında yürürlüğe konan plan aynı zamanda İsrail’in çıkarlarına da hizmet edecek şekilde yürütülmeliydi. Irak’ta olduğu gibi Suriye de parçalanmalıydı. Geride kalan on yıllık süreçte yaşananlar umumi manzarayı böyle nitelendirme olanağı vermektedir.

PARÇALANMIŞ YAPI

Gelinen noktada Suriye parçalanma sürecini yaşıyor.

Kürtler özerkleşme hatta devletleşme sürecinde. ABD’nin himaye ve desteği ile Fırat’ın doğusunda ve kuzeyinde petrol ve doğal gaz yataklarına hâkim durumdalar. Müslüman Kardeşler ve türevleri Türkiye’nin himayesinde ülkenin kuzeyinde özerk bir durumda. Halen geniş bir alanda Türkiye tarafından beslenen geniş bir nüfus bu bölgede Türkiye’nin himayesi altında yaşıyor. Ülkenin kuzey batısında İdlib bölgesinde üç milyon dolaylarında bir nüfus yine Türkiye’nin koruması altında yaşayabiliyor. Bu bölgede yaşayan halk ağırlıklı olarak Birleşmiş Milletler Örgütü’nden aldığı yardımla yaşıyor. Ama içinde İslamcı radikal unsurları barındırıyor. Hatta bu teröristler tarafından yönetiliyor. Burada yaşam dışa bağlı. İsrail Golan Tepelerini kendi topraklarına kattı. Milyonlarca Suriyeli başka ülkelerde sığıntı halinde… Resmi rakamlara göre üç milyondan fazla gayri resmi rakamlara göre yedi-sekiz milyon sığınmacı Türkiye’de yaşamaktadır.

Sonuç olarak İsrail’e verilen Golan bölgesini saymazsak üç parçalı bir Suriye ufuktadır.

TÜRKİYE’NİN BÜYÜK YANLIŞI: SURİYE’NİN YIKIMINA ORTAK OLMAK

Yaşananlardan en çok etkilenen ülke elbette Suriye’nin kendisidir. İkinci ülke ise Türkiye’dir.

Atatürk Cumhuriyeti’nin yerine kendi cumhuriyetini kurma peşinde koşan ve yeni rejimin kodlarını Osmanlı kimliğiyle özdeş kılma arayışında olan AKP iktidarı, bu doğrultudaki iç politikasını dış politikasıyla bütünleştirmek arzusu içindeydi. Bu maksatla Suriye’de Müslüman Kardeşleri destekledi. Onu iktidara getirmek istedi. Batı’nın emelleri kendisine bir fırsat sundu. O da bu fırsatı değerlendirdi. Bölgeye yönelik uluslararası yıkım projesinin gönüllüsü oldu. Çok pahalıya mal olan bir gönüllülük… Zira anılan proje dolaylı olarak Türkiye’yi hedef almıştı.  

2011 Türkiye’sinde yaşananlar, bazı ipuçları vermektedir. 2010 halk oylamasıyla yargı o zamanki adıyla Gülen Grubuna sunuldu. AKP iktidarının dönemsel ortakları, Cemaat, liberaller ve etnikçilerdi. TSK ise hedefteydi. Donanımlı general/amiraller ve subayların bir bölümü uyduruk kumpaslara maruz bırakılarak hapishanelere dolduruldu. 11 Şubat 2011’de yapılan Balyoz tutuklamalarıyla TSK’nın nefesi kesildi. Milli Güvenlik Kurulunda asker üyelerin artık ulusal çıkar merkezli olarak ülke sorunlarını dillendirmelerinin zemini ortadan kaldırıldı. Suriye’de atılması planlanan yıkıcı adımların önü açılmıştı. Daha sonra yürürlüğe koyulan “Açılım” adımlarıyla bu süreç başka bir boyut kazandı. Dönemin genelkurmay başkanının bile ne olduğunu bilmediğini ifade ettiği sürecin taşları döşenirken Bölücü Terör Örgütü PKK ağırlığını ve önceliğini Suriye’ye kaydırdı.

Muhalefetin durumun vahametini kavramaktan uzak ve yetersiz oluşu, geniş çoğunluğun duyarsızlığıyla birleşti. Yürütülen propagandaya göre “askeri vesayet” bitecekti. Birinci sınıf bir ileri demokrasimiz olacaktı. Ekonomik durum görece parlaktı zira bütün kamu kaynakları özelleştirilmişti; ülkeye döviz girişi de kesintisiz olarak sürmekteydi. 

KAÇIRILAN FIRSATLAR

Türkiye’nin ABD ile birlikte Suriyeli rejim muhaliflerini “eğit-donat” adı altında silahlandırmasının ardından Beşşar Esad Kürt kartını ortaya koydu. Ülkenin kuzeydoğusunu boşalttı ve Kürtlerin kontrolüne bıraktı. Arzusu Kürtleri Türkiye’ye karşı kullanmaktı. Kürtler de durumu fırsata çevirdi. Zaten Türkiye’de Açılım vardı. PKK ile Suriye kolu arasındaki işbirliğini ileri düzeye taşıyacak zemin oluştu.

Suriye ordusunun ülkenin her yanına egemen olması mümkün değildi. Kuzeyi Kürtlere bırakmışlardı Onlar üç ayrı kanton halinde yaşıyorlardı ve kantonların alanlarını genişletme ve diğerleriyle birleşme sürecini yaşarken; Suriye ordusunun boşalttığı diğer alanlarda IŞİD örgütlendi, palazlandı. Önemli ölçüde Irak ordusunun artıklarınca ordulaşma ve belli alanlarda devletleşmeye başladı. Dünya kamuoyuna yansıyan görüntüler infiale yol açtı. Batı başka arayışlara girdi. Türkiye ise IŞİD’in varlığından ve genişlemesinden pek rahatsız görünmüyordu.

Suriye kuzeyinde IŞİD-PYD çatışması ortaya çıktığında Türkiye sessiz kalmayı tercih etti. Olabilecekleri henüz tam olarak görememişti. O dönem Fırat’ın doğusu ve batısından bir kolorduyla bölgeye müdahil olma fırsatı çıkmıştı. Zira Süleyman Şah Türbesi tehdit altındaydı. Batı, IŞİD tehdidi nedeniyle politik kararsızlık içindeydi. Eğer o dönemde yani 2014 sonbaharında, Esad’ı devirme politikası yerine onunla uzlaşma yolu tercih edilseydi:                                                                                                                                                           - IŞİD’e darbe vurulacak ve ona yardım eden ülke imajı oluşmayacaktı.                                                                         - Bölge Kürtlerinin himayesi ABD’nin değil, Türkiye’nin eline geçmiş olacaktı.                                         - Suriye’nin kuzeyindeki kantonları birleştirerek oluşturulmaya çalışılan koridor daha başında engellenecekti.

Rusya Suriye’de henüz müdahil değildi, bizim Suriye devletiyle uzlaşarak yapacağımız müdahale gidişatı değiştireceği için Rusya devre dışı kalabilirdi. Bu da, onun güney komşumuz olmayacağı anlamına gelmekteydi. AKP yönetiminin Esad saplantısı bu fırsatların hepsinin kaçırılmasına yol açtı.

HAKLI MÜDAHALELER

Suriye devleti özellikle İran’dan aldığı destekle uzun zamandır içerde savaş yürütürken yetersiz kalacağını düşündüğü için Rusya’nın yardımına başvurdu. Rusya Suriye’ye davet edildi. O da eline geçen bu fırsatı değerlendirdi ve 2015’te Suriye harekât alanının bir parçası oldu. Rusya’nın sürece dâhil olması iç savaşın tabiatını farklılaştırdı. Büyük bir hava gücü devreye girdi.

Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kantonları genleşme eğilimindeydi. Kuzey Irak’tan Akdeniz’e uzanan bir koridor olasılığı belirdi. Bazılarının Amerikan koridoru, bazılarının Kürt koridoru, birilerinin de Terör Koridoru olarak nitelendirdiği bölge… Türkiye buradaki gelişmelerden hoşnutsuz olmaya başlamıştı. Esasında kendisinin yol açtığı bir durumda ancak tepkisiz de kalmaması gerekirdi. Öyle oldu…

15 Temmuz 2016’da yaşanan meşum darbe girişiminden sonra AKP iktidarı tehdidin kaynağını Batı olarak görmeye başladı. Bu durum Türkiye, Rusya ve İran arasında ortaklık zemini doğurdu. Bu ortaklık Suriye sahasına yansıdı. İlginçtir Rusya ve İran Suriye devletini ayağa kaldırmak, ülkenin bölünmesini engellemek için çaba sarf ederken, Astana süreciyle ortaklık ettikleri Türkiye, müttefikleriyle aynı söylemi – Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasal birliği vb.- paylaşırken Suriye’de rejimin değiştirilmesi amacından hiç vazgeçmedi. Türkiye’nin Suriye politikasındaki temel çelişki bu noktadadır. Bundan kaynaklı güvenlik sorunlarına değineceğiz ancak önce Suriye harekât alanında yapılan müdahalelere yer temas edeceğiz.

Geç de olsa koridor tehlikesini telafi edecek doğru adımlar atıldı. Astana Süreci bu adımların altyapısını oluşturdu. Fırat Kalkanı Harekâtı Ağustos 2016 koşullarında atılan doğru adımdı. IŞİD yenildi. Soçi Mutabakatı sonucu ve sonuçta İdlib bölgesinde 2017 ve 2018’de gözlem noktaları tesis edildi. Böylece bu alanda yoğunlaşan cihatçı rejim muhaliflerinin Türkiye’ye göçü önlenmiş oldu. Bununla birlikte Türkiye’nin oluşturduğu gözlem noktaları bir anlamda İdlib’teki cihatçıları rejimin hışmından korurken kendi koruması altına almış oldu. Pahalı bir girişimdi. Çünkü İdlib’teki teröristler de verilen taahhüde göre tasfiye edilmiş olacaktı. Bunun yapılması çok zordu. Yapmak için hiçbir gayret gösterilmedi.

Bu adıma paralel olarak 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı yapıldı ve PKK darbe yedi. 2019’da Fırat’ın doğusunda yapılan Barış Pınarı Harekâtı sayesinde Suriye sınırının bu bölgesi de terör yapılanmalarından arındırıldı. Olası koridor engellendi. Ama bütün bunlar Suriye-Türkiye sınırı boyunca 2011 yılı öncesinde güvenlik seviyesine ulaşılmasını sağlamadı.

TEMEL ÇELİŞKİ: ESAD İLE UZLAŞMAMAK

Bu dört adım da olumluydu. Sınırın güneyinde bir kuşak oluşturuldu. Ancak hepsinin getirdiğini götürmeye elverişli bir tutumdan vazgeçilmedi: Esad ile uzlaşmamak… Mesela Barış Pınarı Operasyonu sonrasında PYD/YPG unsurları güneye doğru kaçışırken ABD ordusunun bölgedeki unsurları da Fırat’ın güneyine kadar çekilmek zorunda kalmıştı. Türkiye Rejim ile işbirliği yapmayı reddettiği için PYD üzerindeki etkisi de sınırlı kaldı. ABD’nin devre dışına çıkarılması ve PYD’yi Suriye rejimiyle işbirliğine zorlama fırsatı kaçırılmış oldu.

Suriye’de yapılan operasyonlar sürecinde ve Rusya ve İran ile yapılan ortak açıklamalarda, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne, siyasi istikrarına” saygıya vurgu yapılmakta ancak atılan adımlar Suriye’deki bölünmeyi adeta perçinlemektedir.

Mevcut politika, iktidarın çok şikâyet ettiği “ABD’nin PYD/PKK’yı silahlı güç haline getirme” adımlarına hizmet etmektedir. Suriye devleti Fırat’ın doğusu ve kuzeyinde egemenliğini aşağı yukarı kaybetmiş durumdadır. İşin ilginç yanı, kontrol edemediği bu bölge Suriye’nin petrol ve su kaynaklarının hemen hemen tamamını, doğal gazının önemli bir bölümünü barındırmaktadır. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilmektedir.

Bu kaynaklar, ABD himayesindeki ayrılıkçıların hızla devletleşmesini sağlayacak zenginliktedir. Öte yandan bu kaynaklardan yoksunluk ülkenin geri kalanı için ekonomik olarak ayakta kalamamak demektir. Savaş sebebidir.

Türkiye için açmaz, yürüttüğü stratejinin Suriye’nin bölünmüşlüğünü pekiştirici özellik taşımasıdır. Hem Esad’ı hem de PYD’yi hedef almak gerçekçi değildir. PYD’nin Suriye’yi bölmesine dolaylı da olsa katkı vermek, içerdeki PKK’yı da besleyen, Türkiye’de başarıyla yürütülen terörle mücadeleyi de sakatlayan bir yan taşımaktadır. PKK ile stratejik düzlemde mücadele Suriye harekât alanında etkin mücadeleden geçmektedir. Suriye’nin kuzeyinde belli bir alanı askeri olarak kontrol etmek bu stratejik seviye için yeterli olmadığı gibi, Suriye merkezi devletini zayıflatmaya yol açmakta; belli ölçüde PYD’nin özerkleşmesine yol açmaktadır. Sonuç olarak mevcut politika terör örgütünün bölgede güçlenmesine vasat yaratmaktadır.

RAKAMLARIN DİLİ

Ülkemizde resmi rakamlara göre 3.600.000 Suriyeli sığınmacı barınmaktadır. Diğer uyruklular da dikkate alındığında gerçek sayının altı ile sekiz milyon arasında olduğu iddia edilmektedir. Bu konuda resmi rakamlara güvensizlik yaygındır. 800.000’den fazla 15 yaş üstü Suriyeli kayıtlı olarak çalışmaktadır. 

2019 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar için harcadığı paranın 51 milyar dolar olduğu, ayrıca BM Göç İdaresi ve Gıda Teşkilatının da 7 milyar dolar katkı verdiği dikkate alındığında karşımıza 58 milyar doları aşan bir rakam çıkmaktadır. AB’ce taahhüt edilen 6 milyar Avronun yarısının geldiği ileri sürülmektedir.

Bu rakamlar Türkiye’nin Suriye sorunu nedeniyle yaptığı harcamaları tam olarak yansıtmamaktadır. Son 20 ayın harcamalarını göstermediği gibi askeri harcamaların mahiyeti de bilinmemektedir. Bu masraflar yaşanan ekonomik krizde pay sahibidir.

Elbette Suriye kuzeyindeki kamplarda ve İdlib’te yaşayanlara BM’nin ülkemizden satın alarak gönderdiği gıda ve barınma donanımlarına ilişkin harcamalar bölge için gelir kaynağı ve sığınmacıların işgücüne yaptığı katkı önemli birer girdiyse de, harcamalar ve yarattığı güvenlik ve sosyal sorunların yanında kayda değer değildir.

Suriye harekât alanında verdiğimiz şehit sayısı 300 civarındadır.

SONUÇ:

Mevcut Suriye politikası birçok bakımdan güvenlik sorunu yaratmıştır.

911 km. uzunluğundaki sınırımız 2011 öncesindeki güvenlik düzeyinin çok gerisindedir. Yapılan üç önemli operasyona rağmen tam olarak güvenli bir kuşak oluşturulamamıştır. Oluşturulan kuşağın güneyinde ise daha büyük bir güvensizlik kaynağı mevcuttur.

Suriye devletinin bölünmesi ve üç parçalı hale gelmesi söz konusudur. Bu, mevcut Suriye yönetimiyle hatta Arap ülkeleriyle yıllarca sürmesi muhtemel bir sorunu yaratmıştır. Ortaya çıkan düşmanca duyguların yarın hangi sorunları besleyeceği bilinmemektedir.

Sınırlarımızın içinde milyonlarca sığınmacının varlığı halkın içinde huzursuzluk kaynağı haline gelmiştir. Kamu düzeni ve asayiş boyutuyla güvenlik sorunu üretmeye elverişli bir durum ortaya çıkarmıştır. Böyle devam ettiği takdirde, çeteleşmeler, mafyalaşma, gettolaşma gibi polisiye sorunlarla karşı karşıya kalma oranı artacaktır.

Sığınmacılar arasında çok sayıda casusun çıkacağından şüphe etmemek gerekir. Yabancı ülkeler tarafından kendi hesaplarına çalışmak üzere çok sayıda kişinin devşirilmesi muhtemeldir.

Suriye sınırına yakın illerde Suriyeli sayısının nüfusa oranı aşırı yükselmiştir. Kilis’te yüzde elli düzeyine ulaşmıştır. Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa benzer oranda sığınmacı barındırmaktadır. Bu durum sosyal ve kültürel yapıyı tehdit etmek suretiyle huzursuzluk, dolayısıyla güvenlik sorunu kaynağıdır.

Sığınmacılar arasında selefi zihniyete sahip binlerce kişinin varlığından bahsetmek mümkündür. El Kaide, IŞİD vb. örgütlerin bu insanları kullanma olasılığı çok yüksektir. Bu sayılarda canlı bombanın varlığı başlı başına bir güvenlik kaygısı sebebidir.

Türkiye’ye düşman olmuş bir Suriye devletinin sığınmacılar arasında yüzlercesini kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye içinde terör eylemlerinde kullanma olasılığı vardır; bu, başlı başına potansiyel bir güvenlik sorunu kaynağıdır.

Sığınmacılar çok uzun bir süre ülkelerine gönderilmediği takdirde nüfus artış hızları yüksek olduğu için toplumsal dokuyu bozma tehlikesi yanında işe girdikleri kurumlarda gruplaşmalara yol açabilir.

Sığınmacı sorunu ekonomik boyutuyla da zaman içinde bir güvenlik sorunu yaratma potansiyeli taşımaktadır. Çünkü halkın fakirleşmesinin ve sığınmacılara duyulan tepkilerin artması güvenlik sorunu doğurur.

Türk kimliği tehdit altındadır. Bu kişilerin gelecekte kendilerini Türk olarak nitelemeleri imkânsız gibidir. O halde Türk kimliği tehdit altındadır. Türk dili tehdit altındadır. Türk kültürü ve toplumsal yaşamı tehdit altındadır. Bu alanlarda yaşanacak aşınmanın doğuracağı sakıncalar güvenlik boyutu da olan gelişmelere yol açabilir.

Günümüzde Suriye bağlamında mezhepsel kaynaklı olarak tezahür eden bu sorun, gelecekte Suriye’de yaşanacak iktidar değişikliklerine bağlı olarak sığınmacılarla Türkiye devleti arasında etnik temelli bir çatışmaya dönüşebilir. Bu, bir bölgenin kaybına bile yol açabilir. Örneğin büyük bir iç çatışma yaşandığında bölge halkı çoğunluğa dönüştüğü her yerde Suriye’yle bütünleşmeye yataklık edebilir. Bunlar savaşlara yol açabilir.

ABD tarafından palazlandırılan PYD bölünmüş bir Suriye’de devletleşme sürecini tamamlayabilir. Bu durum Irak’taki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin içindeki Kürt kökenli vatandaşlar arasında bu bölgelerle birleşerek yeni bir devlet kurma arzularını körükleyebilir. Bu da başlı başına bir güvenlik sorunu demektir.

Bugünden bakılarak, yukarda sıralanan ve güvenlik sorunu olarak belirmesi muhtemel durumların abartı olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu öngörülerin gerçekleşme olasılığı hiçbir şekilde hafife alınmamalıdır.

SON SÖZ

Çıkan sonuç açık ve nettir: Mevcut politika Türk ulusunun ulus kimliğini, ülkenin ulusal çıkar ve güvenliğini tehdit eder boyuttadır. Güvenlik açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Güney şehirlerimizde sosyolojik yapı adeta değişmiştir. Yakında belediye başkanlarını sığınmacıların belirlemesi söz konusudur. Orta ve uzun vadede, sığınmacıların dinsel yaklaşımının yerini etnik temelli gelişim sürecine bırakması olasıdır. Bu, jeopolitik değişimleri tetikleyebilir.

Yürürlükteki politika derhal tersine çevrilmelidir. Ancak bunun hayata geçirilmesi iktidarın değişmesiyle mümkündür zira yanlış politikanın mimarı mevcut iktidardır.

Bütün sığınmacıların geriye döndürülmesi mümkün olmasa da iki devlet anlaşarak sorunu çözüm yoluna sokabilir. Sorunun barışçı yollarla çözümü Suriye devletiyle işbirliğinden geçmektedir.

Suriye devletinin artık üniter bir yapıda yeniden kurulması söz konusu olmayabilir. Ancak Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlama ve siyasal birliğini pekiştirme merkezli bir politikayı benimserse, bu ülkenin parçalı da olsa bütünlüğü sağlanabilir. Bu takdirde, istenen nihai durum, sınırlarda merkezi devletin ordusunun nöbet bekleyeceği ve merkezi devletin muhatap alınacağı bir yapının kurulmasıdır.

Suriye’de barış sağlansa bile, bu ülkenin kuzeyinde bulunan kuvvetlerin, istikrar sağlanıncaya kadar bölgede kalmaları ve yeni duruma göre konuşlanmaları güvenlik için gereklidir.   

Esaslı çözüm ise yeniden Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyişinde anlam bulan dış politika esaslarını tatbikten geçmektedir. Komşuların iç işlerine karışmama ve anlaşmazlıklarına müdahil olmama ilkesi yeniden hayata geçirilmelidir.

Ahmet Yavuz, Temmuz 2022.

Makale, “Topkapı Üniversitesince, “Ortadoğu’da Yeni Denklem: Federal Suriye mi, Üniter Suriye mi? Başlığıyla 25 Ocak 2022 tarihinde yapılan paneldeki konuşmaların aynı yıl aynı adla yayınlanan kitapta (BKM yayını, Editör Dr. Zeynep Banu Balaban, Topkapı Üniversitesi Yayını, 2022) yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Trajikomik Balyoz kumpası devam ediyor

Liderlik ve strateji üzerine

Strateji üzerine