Suriye politikasının ülke güvenliğine etkileri
Suriye politikasının ülke güvenliğine
etkileri
Bu makalede
Suriye’deki savaşın özeti yapıldıktan sonra Türkiye’nin güvenliğine etkileri
ele alınmıştır.
SAVAŞIN SEBEBİ
Savaşın
sebeplerini içsel ve dışsal nedenler olarak iki boyutuyla ele almak yerinde olur.
Suriye’nin içine baktığımızda, yönetsel yapının sorunlu olduğunu söylemek
mümkündür. Baba Esad ülke kaynaklarının önemli bir bölümünü Lübnan’a
müdahaleler esnasında harcamış, kendi halkının refahını zayıflatmıştır. Halkın
refahı yanında demokratik haklarının kullanılmasında sınırlamalar ve çeşitli
baskılar, devlette adam kayırma, rüşvet ve yolsuzlukların yoğunluğu negatif bir
enerjinin birikmesine yol açmıştır. Müslüman Kardeşler örgütünün varlığı,
etkinliği, uzun vadeli mücadelesi ve dış destek alması muhalefet odağı haline
gelmesine yol açmıştır. Kürtlerin bir kısmının kimliksiz yaşaması vakıadır. Sonuç
olarak zayıf içyapı dışardan manipüle edilmeye elverişlidir.
Dışardan
bakıldığında, bölgeyi kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışan Batı’nın (ABD
ve AB), Irak’tan sonra Suriye’yi de karıştırmak, bölme ve parçalara ayırma
siyasetinin sahaya yansıdığını görürüz. Arap Baharı ile bütün bölge ülkelerine
demokrasi geleceği hayali dış etkinin yıkıcılığını hızlandırmıştır. Tunus,
Libya, Mısır’da yaşananların bir benzeri için en uygun aday Suriye idi…
Zaten
bölgede yürütülen bölgeyi yeniden yapılandırmaya, sınırları yeniden çizmeye
yönelik bir plan vardı. Büyük Ortadoğu Projesi… Zamanla adıyla sanıyla
genişletildi. Bölge ülkeleri bölünebildiği kadar etnik ve mezhep temelli
bölünecekti. ABD ve Batı patronajında yürürlüğe konan plan aynı zamanda
İsrail’in çıkarlarına da hizmet edecek şekilde yürütülmeliydi. Irak’ta olduğu
gibi Suriye de parçalanmalıydı. Geride kalan on yıllık süreçte yaşananlar umumi
manzarayı böyle nitelendirme olanağı vermektedir.
PARÇALANMIŞ YAPI
Gelinen
noktada Suriye parçalanma sürecini yaşıyor.
Kürtler
özerkleşme hatta devletleşme sürecinde. ABD’nin himaye ve desteği ile Fırat’ın
doğusunda ve kuzeyinde petrol ve doğal gaz yataklarına hâkim durumdalar. Müslüman
Kardeşler ve türevleri Türkiye’nin himayesinde ülkenin kuzeyinde özerk bir
durumda. Halen geniş bir alanda Türkiye tarafından beslenen geniş bir nüfus bu
bölgede Türkiye’nin himayesi altında yaşıyor. Ülkenin kuzey batısında İdlib
bölgesinde üç milyon dolaylarında bir nüfus yine Türkiye’nin koruması altında
yaşayabiliyor. Bu bölgede yaşayan halk ağırlıklı olarak Birleşmiş Milletler
Örgütü’nden aldığı yardımla yaşıyor. Ama içinde İslamcı radikal unsurları
barındırıyor. Hatta bu teröristler tarafından yönetiliyor. Burada yaşam dışa
bağlı. İsrail Golan Tepelerini kendi topraklarına kattı. Milyonlarca Suriyeli
başka ülkelerde sığıntı halinde… Resmi rakamlara göre üç milyondan fazla gayri
resmi rakamlara göre yedi-sekiz milyon sığınmacı Türkiye’de yaşamaktadır.
Sonuç olarak
İsrail’e verilen Golan bölgesini saymazsak üç parçalı bir Suriye ufuktadır.
TÜRKİYE’NİN BÜYÜK YANLIŞI: SURİYE’NİN
YIKIMINA ORTAK OLMAK
Yaşananlardan
en çok etkilenen ülke elbette Suriye’nin kendisidir. İkinci ülke ise Türkiye’dir.
Atatürk
Cumhuriyeti’nin yerine kendi cumhuriyetini kurma peşinde koşan ve yeni rejimin kodlarını
Osmanlı kimliğiyle özdeş kılma arayışında olan AKP iktidarı, bu doğrultudaki iç
politikasını dış politikasıyla bütünleştirmek arzusu içindeydi. Bu maksatla
Suriye’de Müslüman Kardeşleri destekledi. Onu iktidara getirmek istedi.
Batı’nın emelleri kendisine bir fırsat sundu. O da bu fırsatı değerlendirdi.
Bölgeye yönelik uluslararası yıkım projesinin gönüllüsü oldu. Çok pahalıya mal
olan bir gönüllülük… Zira anılan proje dolaylı olarak Türkiye’yi hedef almıştı.
2011
Türkiye’sinde yaşananlar, bazı ipuçları vermektedir. 2010 halk oylamasıyla yargı
o zamanki adıyla Gülen Grubuna sunuldu. AKP iktidarının dönemsel ortakları, Cemaat,
liberaller ve etnikçilerdi. TSK ise hedefteydi. Donanımlı general/amiraller ve
subayların bir bölümü uyduruk kumpaslara maruz bırakılarak hapishanelere
dolduruldu. 11 Şubat 2011’de yapılan Balyoz tutuklamalarıyla TSK’nın nefesi
kesildi. Milli Güvenlik Kurulunda asker üyelerin artık ulusal çıkar merkezli
olarak ülke sorunlarını dillendirmelerinin zemini ortadan kaldırıldı. Suriye’de
atılması planlanan yıkıcı adımların önü açılmıştı. Daha sonra yürürlüğe koyulan
“Açılım” adımlarıyla bu süreç başka bir boyut kazandı. Dönemin genelkurmay
başkanının bile ne olduğunu bilmediğini ifade ettiği sürecin taşları döşenirken
Bölücü Terör Örgütü PKK ağırlığını ve önceliğini Suriye’ye kaydırdı.
Muhalefetin
durumun vahametini kavramaktan uzak ve yetersiz oluşu, geniş çoğunluğun
duyarsızlığıyla birleşti. Yürütülen propagandaya göre “askeri vesayet” bitecekti.
Birinci sınıf bir ileri demokrasimiz olacaktı. Ekonomik durum görece parlaktı
zira bütün kamu kaynakları özelleştirilmişti; ülkeye döviz girişi de kesintisiz
olarak sürmekteydi.
KAÇIRILAN FIRSATLAR
Türkiye’nin ABD
ile birlikte Suriyeli rejim muhaliflerini “eğit-donat” adı altında
silahlandırmasının ardından Beşşar Esad Kürt kartını ortaya koydu. Ülkenin
kuzeydoğusunu boşalttı ve Kürtlerin kontrolüne bıraktı. Arzusu Kürtleri
Türkiye’ye karşı kullanmaktı. Kürtler de durumu fırsata çevirdi. Zaten
Türkiye’de Açılım vardı. PKK ile Suriye kolu arasındaki işbirliğini ileri
düzeye taşıyacak zemin oluştu.
Suriye
ordusunun ülkenin her yanına egemen olması mümkün değildi. Kuzeyi Kürtlere
bırakmışlardı Onlar üç ayrı kanton halinde yaşıyorlardı ve kantonların
alanlarını genişletme ve diğerleriyle birleşme sürecini yaşarken; Suriye
ordusunun boşalttığı diğer alanlarda IŞİD örgütlendi, palazlandı. Önemli ölçüde
Irak ordusunun artıklarınca ordulaşma ve belli alanlarda devletleşmeye başladı.
Dünya kamuoyuna yansıyan görüntüler infiale yol açtı. Batı başka arayışlara
girdi. Türkiye ise IŞİD’in varlığından ve genişlemesinden pek rahatsız
görünmüyordu.
Suriye
kuzeyinde IŞİD-PYD çatışması ortaya çıktığında Türkiye sessiz kalmayı tercih
etti. Olabilecekleri henüz tam olarak görememişti. O dönem Fırat’ın doğusu ve
batısından bir kolorduyla bölgeye müdahil olma fırsatı çıkmıştı. Zira Süleyman
Şah Türbesi tehdit altındaydı. Batı, IŞİD tehdidi nedeniyle politik kararsızlık
içindeydi. Eğer o dönemde yani 2014 sonbaharında, Esad’ı devirme politikası
yerine onunla uzlaşma yolu tercih edilseydi:
- IŞİD’e
darbe vurulacak ve ona yardım eden ülke imajı oluşmayacaktı.
- Bölge Kürtlerinin himayesi ABD’nin değil, Türkiye’nin eline geçmiş
olacaktı. - Suriye’nin
kuzeyindeki kantonları birleştirerek oluşturulmaya çalışılan koridor daha
başında engellenecekti.
Rusya
Suriye’de henüz müdahil değildi, bizim Suriye devletiyle uzlaşarak yapacağımız
müdahale gidişatı değiştireceği için Rusya devre dışı kalabilirdi. Bu da, onun
güney komşumuz olmayacağı anlamına gelmekteydi. AKP yönetiminin Esad saplantısı
bu fırsatların hepsinin kaçırılmasına yol açtı.
HAKLI MÜDAHALELER
Suriye
devleti özellikle İran’dan aldığı destekle uzun zamandır içerde savaş
yürütürken yetersiz kalacağını
düşündüğü için Rusya’nın yardımına
başvurdu. Rusya Suriye’ye davet edildi. O da eline geçen bu fırsatı
değerlendirdi ve 2015’te Suriye harekât alanının bir parçası oldu. Rusya’nın
sürece dâhil olması iç savaşın tabiatını farklılaştırdı. Büyük bir hava gücü
devreye girdi.
Suriye’nin
kuzeyindeki Kürt kantonları genleşme eğilimindeydi. Kuzey Irak’tan Akdeniz’e
uzanan bir koridor olasılığı belirdi. Bazılarının Amerikan koridoru,
bazılarının Kürt koridoru, birilerinin de Terör Koridoru olarak nitelendirdiği
bölge… Türkiye buradaki gelişmelerden hoşnutsuz olmaya başlamıştı. Esasında
kendisinin yol açtığı bir durumda ancak tepkisiz de kalmaması gerekirdi. Öyle
oldu…
15 Temmuz
2016’da yaşanan meşum darbe girişiminden sonra AKP iktidarı tehdidin kaynağını
Batı olarak görmeye başladı. Bu durum Türkiye, Rusya ve İran arasında ortaklık
zemini doğurdu. Bu ortaklık Suriye sahasına yansıdı. İlginçtir Rusya ve İran
Suriye devletini ayağa kaldırmak, ülkenin bölünmesini engellemek için çaba sarf
ederken, Astana süreciyle ortaklık ettikleri Türkiye, müttefikleriyle aynı
söylemi – Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasal birliği vb.- paylaşırken Suriye’de
rejimin değiştirilmesi amacından hiç vazgeçmedi. Türkiye’nin Suriye
politikasındaki temel çelişki bu noktadadır. Bundan kaynaklı güvenlik
sorunlarına değineceğiz ancak önce Suriye harekât alanında yapılan müdahalelere
yer temas edeceğiz.
Geç de olsa
koridor tehlikesini telafi edecek doğru adımlar atıldı. Astana Süreci bu
adımların altyapısını oluşturdu. Fırat Kalkanı Harekâtı Ağustos 2016
koşullarında atılan doğru adımdı. IŞİD yenildi. Soçi Mutabakatı sonucu ve
sonuçta İdlib bölgesinde 2017 ve 2018’de gözlem noktaları tesis edildi. Böylece
bu alanda yoğunlaşan cihatçı rejim muhaliflerinin Türkiye’ye göçü önlenmiş
oldu. Bununla birlikte Türkiye’nin oluşturduğu gözlem noktaları bir anlamda
İdlib’teki cihatçıları rejimin hışmından korurken kendi koruması altına almış
oldu. Pahalı bir girişimdi. Çünkü İdlib’teki teröristler de verilen taahhüde
göre tasfiye edilmiş olacaktı. Bunun yapılması çok zordu. Yapmak için hiçbir
gayret gösterilmedi.
Bu adıma paralel
olarak 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı yapıldı ve PKK darbe yedi. 2019’da Fırat’ın
doğusunda yapılan Barış Pınarı Harekâtı sayesinde Suriye sınırının bu bölgesi
de terör yapılanmalarından arındırıldı. Olası koridor engellendi. Ama bütün
bunlar Suriye-Türkiye sınırı boyunca 2011 yılı öncesinde güvenlik seviyesine
ulaşılmasını sağlamadı.
TEMEL ÇELİŞKİ: ESAD İLE UZLAŞMAMAK
Bu dört adım
da olumluydu. Sınırın güneyinde bir kuşak oluşturuldu. Ancak hepsinin
getirdiğini götürmeye elverişli bir tutumdan vazgeçilmedi: Esad ile uzlaşmamak…
Mesela Barış Pınarı Operasyonu sonrasında PYD/YPG unsurları güneye doğru
kaçışırken ABD ordusunun bölgedeki unsurları da Fırat’ın güneyine kadar
çekilmek zorunda kalmıştı. Türkiye Rejim ile işbirliği yapmayı reddettiği için
PYD üzerindeki etkisi de sınırlı kaldı. ABD’nin devre dışına çıkarılması ve
PYD’yi Suriye rejimiyle işbirliğine zorlama fırsatı kaçırılmış oldu.
Suriye’de
yapılan operasyonlar sürecinde ve Rusya ve İran ile yapılan ortak açıklamalarda,
“Suriye’nin toprak bütünlüğüne, siyasi istikrarına” saygıya vurgu yapılmakta
ancak atılan adımlar Suriye’deki bölünmeyi adeta perçinlemektedir.
Mevcut
politika, iktidarın çok şikâyet ettiği “ABD’nin PYD/PKK’yı silahlı güç haline
getirme” adımlarına hizmet etmektedir. Suriye devleti Fırat’ın doğusu ve
kuzeyinde egemenliğini aşağı yukarı kaybetmiş durumdadır. İşin ilginç yanı,
kontrol edemediği bu bölge Suriye’nin petrol ve su kaynaklarının hemen hemen
tamamını, doğal gazının önemli bir bölümünü barındırmaktadır. Suriye Demokratik
Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilmektedir.
Bu
kaynaklar, ABD himayesindeki ayrılıkçıların hızla devletleşmesini sağlayacak
zenginliktedir. Öte yandan bu kaynaklardan yoksunluk ülkenin geri kalanı için
ekonomik olarak ayakta kalamamak demektir. Savaş sebebidir.
Türkiye için
açmaz, yürüttüğü stratejinin Suriye’nin bölünmüşlüğünü pekiştirici özellik
taşımasıdır. Hem Esad’ı hem de PYD’yi hedef almak gerçekçi değildir. PYD’nin
Suriye’yi bölmesine dolaylı da olsa katkı vermek, içerdeki PKK’yı da besleyen,
Türkiye’de başarıyla yürütülen terörle mücadeleyi de sakatlayan bir yan
taşımaktadır. PKK ile stratejik düzlemde mücadele Suriye harekât alanında etkin
mücadeleden geçmektedir. Suriye’nin kuzeyinde belli bir alanı askeri olarak
kontrol etmek bu stratejik seviye için yeterli olmadığı gibi, Suriye merkezi
devletini zayıflatmaya yol açmakta; belli ölçüde PYD’nin özerkleşmesine yol
açmaktadır. Sonuç olarak mevcut politika terör örgütünün bölgede güçlenmesine
vasat yaratmaktadır.
RAKAMLARIN DİLİ
Ülkemizde
resmi rakamlara göre 3.600.000 Suriyeli sığınmacı barınmaktadır. Diğer
uyruklular da dikkate alındığında gerçek sayının altı ile sekiz milyon arasında
olduğu iddia edilmektedir. Bu konuda resmi rakamlara güvensizlik yaygındır.
800.000’den fazla 15 yaş üstü Suriyeli kayıtlı olarak çalışmaktadır.
2019 yılı
sonu itibariyle Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar için harcadığı paranın 51 milyar
dolar olduğu, ayrıca BM Göç İdaresi ve Gıda Teşkilatının da 7 milyar dolar
katkı verdiği dikkate alındığında karşımıza 58 milyar doları aşan bir rakam
çıkmaktadır. AB’ce taahhüt edilen 6 milyar Avronun yarısının geldiği ileri
sürülmektedir.
Bu rakamlar
Türkiye’nin Suriye sorunu nedeniyle yaptığı harcamaları tam olarak
yansıtmamaktadır. Son 20 ayın harcamalarını göstermediği gibi askeri
harcamaların mahiyeti de bilinmemektedir. Bu masraflar yaşanan ekonomik krizde
pay sahibidir.
Elbette
Suriye kuzeyindeki kamplarda ve İdlib’te yaşayanlara BM’nin ülkemizden satın
alarak gönderdiği gıda ve barınma donanımlarına ilişkin harcamalar bölge için
gelir kaynağı ve sığınmacıların işgücüne yaptığı katkı önemli birer girdiyse
de, harcamalar ve yarattığı güvenlik ve sosyal sorunların yanında kayda değer
değildir.
Suriye
harekât alanında verdiğimiz şehit sayısı 300 civarındadır.
SONUÇ:
Mevcut Suriye
politikası birçok bakımdan güvenlik sorunu yaratmıştır.
911 km.
uzunluğundaki sınırımız 2011 öncesindeki güvenlik düzeyinin çok gerisindedir.
Yapılan üç önemli operasyona rağmen tam olarak güvenli bir kuşak
oluşturulamamıştır. Oluşturulan kuşağın güneyinde ise daha büyük bir
güvensizlik kaynağı mevcuttur.
Suriye
devletinin bölünmesi ve üç parçalı hale gelmesi söz konusudur. Bu, mevcut
Suriye yönetimiyle hatta Arap ülkeleriyle yıllarca sürmesi muhtemel bir sorunu
yaratmıştır. Ortaya çıkan düşmanca duyguların yarın hangi sorunları besleyeceği
bilinmemektedir.
Sınırlarımızın
içinde milyonlarca sığınmacının varlığı halkın içinde huzursuzluk kaynağı
haline gelmiştir. Kamu düzeni ve asayiş boyutuyla güvenlik sorunu üretmeye
elverişli bir durum ortaya çıkarmıştır. Böyle devam ettiği takdirde,
çeteleşmeler, mafyalaşma, gettolaşma gibi polisiye sorunlarla karşı karşıya
kalma oranı artacaktır.
Sığınmacılar
arasında çok sayıda casusun çıkacağından şüphe etmemek gerekir. Yabancı ülkeler
tarafından kendi hesaplarına çalışmak üzere çok sayıda kişinin devşirilmesi
muhtemeldir.
Suriye
sınırına yakın illerde Suriyeli sayısının nüfusa oranı aşırı yükselmiştir.
Kilis’te yüzde elli düzeyine ulaşmıştır. Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa benzer
oranda sığınmacı barındırmaktadır. Bu durum sosyal ve kültürel yapıyı tehdit
etmek suretiyle huzursuzluk, dolayısıyla güvenlik sorunu kaynağıdır.
Sığınmacılar
arasında selefi zihniyete sahip binlerce kişinin varlığından bahsetmek
mümkündür. El Kaide, IŞİD vb. örgütlerin bu insanları kullanma olasılığı çok
yüksektir. Bu sayılarda canlı bombanın varlığı başlı başına bir güvenlik
kaygısı sebebidir.
Türkiye’ye
düşman olmuş bir Suriye devletinin sığınmacılar arasında yüzlercesini kendi
çıkarları doğrultusunda Türkiye içinde terör eylemlerinde kullanma olasılığı
vardır; bu, başlı başına potansiyel bir güvenlik sorunu kaynağıdır.
Sığınmacılar
çok uzun bir süre ülkelerine gönderilmediği takdirde nüfus artış hızları yüksek
olduğu için toplumsal dokuyu bozma tehlikesi yanında işe girdikleri kurumlarda
gruplaşmalara yol açabilir.
Sığınmacı
sorunu ekonomik boyutuyla da zaman içinde bir güvenlik sorunu yaratma
potansiyeli taşımaktadır. Çünkü halkın fakirleşmesinin ve sığınmacılara duyulan
tepkilerin artması güvenlik sorunu doğurur.
Türk kimliği
tehdit altındadır. Bu kişilerin gelecekte kendilerini Türk olarak nitelemeleri
imkânsız gibidir. O halde Türk kimliği tehdit altındadır. Türk dili tehdit
altındadır. Türk kültürü ve toplumsal yaşamı tehdit altındadır. Bu alanlarda
yaşanacak aşınmanın doğuracağı sakıncalar güvenlik boyutu da olan gelişmelere
yol açabilir.
Günümüzde
Suriye bağlamında mezhepsel kaynaklı olarak tezahür eden bu sorun, gelecekte
Suriye’de yaşanacak iktidar değişikliklerine bağlı olarak sığınmacılarla
Türkiye devleti arasında etnik temelli bir çatışmaya dönüşebilir. Bu, bir
bölgenin kaybına bile yol açabilir. Örneğin büyük bir iç çatışma yaşandığında
bölge halkı çoğunluğa dönüştüğü her yerde Suriye’yle bütünleşmeye yataklık
edebilir. Bunlar savaşlara yol açabilir.
ABD
tarafından palazlandırılan PYD bölünmüş bir Suriye’de devletleşme sürecini
tamamlayabilir. Bu durum Irak’taki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin içindeki
Kürt kökenli vatandaşlar arasında bu bölgelerle birleşerek yeni bir devlet
kurma arzularını körükleyebilir. Bu da başlı başına bir güvenlik sorunu
demektir.
Bugünden
bakılarak, yukarda sıralanan ve güvenlik sorunu olarak belirmesi muhtemel
durumların abartı olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu öngörülerin gerçekleşme
olasılığı hiçbir şekilde hafife alınmamalıdır.
SON SÖZ
Çıkan sonuç
açık ve nettir: Mevcut politika Türk ulusunun ulus kimliğini, ülkenin ulusal
çıkar ve güvenliğini tehdit eder boyuttadır. Güvenlik açısından büyük bir
tehdit oluşturmaktadır. Güney şehirlerimizde sosyolojik yapı adeta değişmiştir.
Yakında belediye başkanlarını sığınmacıların belirlemesi söz konusudur. Orta ve
uzun vadede, sığınmacıların dinsel yaklaşımının yerini etnik temelli gelişim
sürecine bırakması olasıdır. Bu, jeopolitik değişimleri tetikleyebilir.
Yürürlükteki
politika derhal tersine çevrilmelidir. Ancak bunun hayata geçirilmesi iktidarın
değişmesiyle mümkündür zira yanlış politikanın mimarı mevcut iktidardır.
Bütün
sığınmacıların geriye döndürülmesi mümkün olmasa da iki devlet anlaşarak sorunu
çözüm yoluna sokabilir. Sorunun barışçı yollarla çözümü Suriye devletiyle
işbirliğinden geçmektedir.
Suriye
devletinin artık üniter bir yapıda yeniden kurulması söz konusu olmayabilir.
Ancak Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlama ve siyasal birliğini
pekiştirme merkezli bir politikayı benimserse, bu ülkenin parçalı da olsa
bütünlüğü sağlanabilir. Bu takdirde, istenen nihai durum, sınırlarda merkezi
devletin ordusunun nöbet bekleyeceği ve merkezi devletin muhatap alınacağı bir
yapının kurulmasıdır.
Suriye’de
barış sağlansa bile, bu ülkenin kuzeyinde bulunan kuvvetlerin, istikrar
sağlanıncaya kadar bölgede kalmaları ve yeni duruma göre konuşlanmaları
güvenlik için gereklidir.
Esaslı çözüm
ise yeniden Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyişinde anlam bulan dış
politika esaslarını tatbikten geçmektedir. Komşuların iç işlerine karışmama ve
anlaşmazlıklarına müdahil olmama ilkesi yeniden hayata geçirilmelidir.
Ahmet Yavuz,
Temmuz 2022.
Makale, “Topkapı
Üniversitesince, “Ortadoğu’da Yeni Denklem: Federal Suriye mi, Üniter Suriye
mi? Başlığıyla 25 Ocak 2022 tarihinde yapılan paneldeki konuşmaların aynı yıl
aynı adla yayınlanan kitapta (BKM yayını, Editör Dr. Zeynep Banu Balaban, Topkapı
Üniversitesi Yayını, 2022) yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder