Atatürk ve askerlik

 

Atatürk ve askerlik

Askerlik mesleği iki yanlıdır. Bir yanı bilimdir. Diğer yanı sanattır. Bilimsel boyutun altyapısı okullarda öğrenilir. Orada kalmaz zira mesleğe ilişkin her değişmeyi takip ve benimsemek, davranışa dönüştürmek hayat boyu devam etmek durumundadır.

İşin sanat kısmının yeri ise arazidir, kıtadır, karşı karşıya kalınan durumlarda gizli olup muharebe sahasında test edilebilir. Muharebe sahası demek zorluk demektir; zorlukların üstesinden gelmek de akıl, sezgi ve metaneti gerekli kılar.

Atatürk’ün askeri yaşamına baktığımızda ne görüyoruz? Bu sorunun cevabı açık ve basittir: Katıldığı muharebelerde takındığı tavır her şeyi açıklamaya yetmektedir. Bize düşen, onun hangi muharebede hangi belirleyici tutumları benimsediğini olaylar bazında incelemek ve onun bunları nasıl yapabildiğine odaklanmaktır.

Biz de bu kısa yazıda, onun katıldığı, sevk ve idare ettiği çeşitli muharebelerdeki karar ve uygulamalarından yola çıkarak mesleki değerini okura yansıtmaya çalışacağız.

Ama buna girişmeden önce, o dönem askeri okullarda eğitim alan bütün subayların çok iyi bir eğitim aldıklarının altını çizelim. Onun farkı neydi diye sorulduğunda yanıt esasen kısadır: Adanmışlığının yüksek derecesi ve tasarım gücü diyebiliriz. Tasarım gücü meselelere farklı bakabilmesinden kaynaklıydı. Bu yüzden bir yandan askerlik mesleğinin inceliklerine vakıf olmaya çalışırken diğer yandan vatanının kurtuluşuna ilişkin çözüm arayışları içindeydi. Nitekim Suriye’deki görevi esnasında kurduğu cemiyetin adı tam da bu adanmışlığı yansıtmaktaydı: Vatan ve Hürriyet…

1905 yılında Şam’da katıldığı 5. Ordu bünyesinde staj yaparken onun çok önemli bir özelliği ortaya çıktı: Dürüstlük… Huruç harekâtına çıkan alayın subaylarına dağıttığı haracı elinin tersiyle itmişti. Dürüstlük onun karakterinin ayrılmaz parçasıydı ki esasında herkes için öyle olmakla birlikte bir komutan için vazgeçilmezdir.

Suriye’den Selanik’e gittiğinde Makedonya karma karışıktı. Bu endişe verici durum karşısında askerlerin siyasetle hercümerç oldukları bir ortamda onun medeni cesaretini İttihat ve Terakki Kongresinde görüyoruz: Mevcut yönetimi açıkça karşısına alarak, “subayların hem politika hem de askerlik yapmaması gerektiğini” vurguladığında şimşekleri üstüne çekmiş ve bunu göğüslemek durumunda kalmıştı. Haklılığı zamanla açığa çıktı. Medeni cesareti yanında muhakeme yeteneğinin ne denli gelişmiş olduğunu bize göstermektedir.

31 Mart vakası kapsamında Selanik’ten İstanbul’a ilk gelen birliğin kurmay başkanı olarak yayımladığı bildiri, kendisinin meşruiyetçi yapısını ortaya koymaktadır. 

Selanik’ten Trablugarp’a gönderildiğinde yerel halkın II. Meşruiyet’e ilişkin kaygılarını gidermek için yaptıkları, sosyal dokuyu dikkate alma becerisi ve ikna etme özelliğini sergilemektedir. Her ikisi de önemli birer komutanlık vasfıdır.

Aynı bölgeye ikinci defa gittiğinde İtalyan işgaline karşı aşiretleri örgütlemesi ve disiplinli bir yapı ortaya çıkarması teşkilatçılığı, sevk ve idaresi de, taktik düzeyde üstün komutanlık vasıflarının yansımasıdır.

1’nci Balkan Harbi içinde Derne’den Gelibolu bölgesine görevlendirildi. Bölgede bulunan Bulgar kuvvetlerine karşı 1913 Şubat’ında icra edilen müşterek harekât hem Şarköy’e bir çıkarma yapmayı hem de Bolayır bölgesinden taarruz etmeyi öngörmektedir. Mustafa Kemal, Bolayır Kolordu’sunun Harekât Şubesi Müdürüdür. Yapılan taarruz ve çıkarma başarısız olur. Bu başarısızlıkta Genelkurmay Başkanı’ndan kolordu komutanlarına ve karargâh subaylarına kadar herkes hatalıdır. Mustafa Kemal belki en az hatalı olandır ancak buradan önemli dersler çıkarır. Onlardan biri, kritik zamanda, kritik yerde bulunmanın önemidir. Hayatı boyunca bu ilkeyi doğru uygular. Komutanlar için en büyük özellik hatalardan ders çıkarabilmek ve aynı hatayı tekrar etmemektir.

Nuri Conker’in Zabit ve Kumandan adlı eserinde yer alan, “Askerlik, işlerin çekip çevrilmesi değil, insanların sevk ve idaresi sanatıdır” ifadesine; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal’de verdiği, “… İnsanlar, ancak, emelleri, fikirleri teşhis ettirilerek sevk ve idare edilebilir” cevabı (S. 58), Atatürk’ün komuta etme felsefesini anlatmaktadır. Meselenin özünde insanları tanıma ve onları ikna etme anlayışı hâkimdir. Bu anlayışın izdüşümünü Çanakkale’de görüyoruz.

Gelibolu Muharebeleri, ilk çıkarmanın yapıldığı 25 Nisan 1915 sabahından itibaren, Mustafa Kemal’i savaş tarihine çıkarmış ve ülkenin kaderini birinci dereceden etkileyen askeri kişilik haline getirmiştir. Bu muharebeler, bir komutanda bulunması gereken özelliklerin Atatürk’te en üst seviyede mevcudiyetini ortaya koymuştur:

-         Meseleye en üst düzeyde odaklanma,

-         Gerçeğe dayalı muhakeme yapma,

-         Bilginin yetersiz kalması halinde sezgiye dayalı karar verme,

-         Sorumluluk duyarak karar alma,

-         İnisiyatif ile hareket etme,

-         Hesaplı riskleri almakta tereddüt göstermeme,

-         Gözünü budaktan esirgemeyen bir cesaret,

-         Kritik zamanda kritik yerde bulunma,

-         Sonuç alıncaya kadar işin üstünde durma irade ve kararlılığı,

-         Yanlışta ısrar etmeme…

Burada verdiği, “Ben size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum. Bizler ölünceye kadar geçecek zamanda yerimizi yeni komutanlar ve kıtalar alacaktır” emri; harp tarihinde ve Türk milletinin tarihinde özel bir yere sahiptir.

Mustafa Kemal’in yarbay rütbesinde bir tümen komutanı olarak başladığı Gelibolu günleri kolordulara komutanlık ederek tamamlanmış ve albaylığa terfi etmiştir. Bir süre sonra generalliğe adım attı.

16. Kolordu Komutanı olarak bulunduğu Diyarbakır bölgesinden 2. Ordu Komutanı olarak ayrıldı.

Muş’un ve Bitlis’in işgalden kurtarılmasında oynadığı rol kadar 8. Tümen’e yaptırdığı başarılı geri çekilme harekâtı, Türk ordularının uzun zamandır pek başarılı olamadıkları örnek bir geri çekilme olmuştur. Bu çekilme esnasında Mustafa Kemal Paşa, en son er kendi önünden geçtikten sonra geri yürüyüşe başlamıştır.

Bu çekilme kararı durumu doğru kavrama, akılcı muhakemeyle işin gereğini yapmanın önemini göstermiştir.

1917’de atandığı 7. Ordu Komutanlığından kısa süre sonra ayrılan Mustafa Kemal Paşa, istifasına yol açan gelişmeler esnasında Halep’te yazdığı ve Sadrazam ve Başkomutan’a doğrudan yolladığı rapor tarihi değer taşımaktadır. Burada bir general politik-askeri durum değerlendirme kapasitesini ve entelektüel derinliği ortaya çıkmaktadır. Eğer o rapor ilgililerce doğru değerlendirilseydi günümüzde Irak ve Suriye kuzeyinde yaşanan sorunlar yaşanmayabilirdi.

İkinci defa atandığı 7. Ordu Komutanlığını 1 Eylül 1918’de Nablus’ta devraldığında, İngiliz taarruzlarının başlamasına üç haftadan az bir zaman vardı. Büyük zorluklarla yapılan geri çekilme esnasında Yıldırım Ordular Grubu’nun 8. Ordusu ve 4. Ordusu dağılmış olmasına rağmen 7. Ordu büyük zayiat pahasına da olsa çekilmeyi başarmış ve Halep kuzeyinde Katma’da düşmanı durdurulabilmiştir.

Bu bölgeyi terk etmeden önce halka silah ve mühimmat dağıtmış ve Milli Mücadelenin ilk ateşini yakmıştır. Bu, onun öngörüsünün derinliğe işaret etmektedir.

9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya geçişi öncesinde İstanbul’da bir diplomat gibi davranmış, ölçülü tutumu sayesinde bu görevi elde edebilmiştir.

Milli Mücadele Mustafa Kemal Paşa için ikili bir rol üstlenmesinin tarihidir. 7 Temmuz 1919’da resmi elbisesini Erzurum’da çıkardığı andan itibaren artık çift şapkalıdır: Hem isyancı bir siyasi lider hem de direnişi örgütleyen bir komutan rolündedir.

Sakarya Savaşı öncesi üslendiği Başkomutanlık, hem Sakarya hem de Büyük Taarruz’da kendisini bir asker olarak değerlendirme olanağını bizlere sunmaktadır. Ancak yazıyı uzatmamak adına üç büyük emrine yer vermekle yetinilmiştir.

Birincisi, 18 Temmuz 1921’de bizzat Eskişehir’e giderek Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya verdiği ‘orduyu Sakarya doğusuna çekme’ emridir.

İkincisi, Sakarya Muharebeleri içinde verdiği, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunmaz” emri büyük bir irade yansımasıdır. Düşman bu irade sayesinde durdurulabilmiştir.

Üçüncüsü ise, 1 Eylül 1922 tarihinde Büyük Taarruz’un beşinci günü Başkomutan Meydan Muharebesi sonrasında verdiği şu emirdir: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!

Atatürk için zekâ, yüksek kavrama düzeyi, vatan sevgisi ve adanmışlık yanında; gerçekçi, gücünün sınırlarını iyi bilen, başaramayacağı harekâta girişmeyen, maceracılıktan uzak ancak yılmadan, yorulmadan doğru muhakeme ve doğru kararlar ve hesaplı riskler alabilen ve bu kararları cedit bir biçimde uygulatabilen bir asker demek doğru olur. Askerlik bilim ve sanatının ustasıdır.

Ahmet Yavuz, Masa Dergisi, Saı:61, Mayıs 2022

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terörle mücadele üzerine

Cumhuriyet'te yaşananlara ilişkin tavrım

Bende kalmasın herkes bilsin