“Büyük
Savaş” kaçınılmaz mı?
Geriye dönüp
baktığımızda, her iki Dünya Savaşı’nın da küresel güç dengelerinin sarsıldığı
ve artık sürdürülemez olduğu zaman dilimlerinin ardından yaşandığını
görmekteyiz. Buradan hareketle bir üçüncüsü kapıda mı? Olgulara bakalım…
Birinci
Dünya Savaşı imparatorlukların sürdürülebilir olmaktan çıktığı, yeni enerji
kaynağı olarak petrolün değer ve önem kazandığı bir ortamda; Almanya’nın kendisine
sömürge aradığı koşullarda çıktı. Osmanlı İmparatorluğu iç ve dış dinamiklerin
birleşmesiyle çöküş yaşamaktaydı. Dönemin süper gücü İngiltere önderliğindeki
İtilaf Devletlerinin paylaşım hedefiydi. Bu nedenle Savaşın içinde Rusya’da
yaşanan devrim anılan ülkeyi savaş dışında bıraktı. Sonuç olarak savaş, mevcut
düzeni daha iyi sürdürebilmek isteyen İtilaf devletleriyle (aralarına daha
sonra ABD de katıldı) kendine yeni hayat alanı arayan Almanya ve mevcut düzeni
korumak isteyen ortakları arasındaydı.
İkinci Dünya
Savaşı öncesinde ise ilkine benzer şekilde kurulu düzene isyan vardı. İsyanın
başını Almanya çekmekteydi. Birinci Dünya Savaşı’nın dayattığı durumu ortadan
kaldırmaya ve kendine hayat alanı açmaya yönelikti. Doğal ortağı ise İtalya
idi. Oysa artık Dünya’nın tek egemeni olmaktan çıkan İngiltere, ortağı Fransa
ise mevcut düzeni sürdürmekten yanaydı. Sovyetler Birliği’ni de yanlarına aldılar.
ABD’nin savaşa katılımı dengeyi değiştirdi ve yeni bir dünya düzeni kuruldu.
SB’nin çöküşüyle tek kutuplu hale geldi. Şimdi bu düzen sarsılmış durumda…
Küresel güç
dengelerinde değişim yaşanıyor. Pozisyonunu korumak isteyen ABD ve Batı bir
yanda, mevcut duruma itiraz eden geniş bir çoğunluk diğer yanda. Bu geniş
çoğunluk mevcut durumdan şikâyetçi ama durumu değiştirme gücüne sahip değil. Bu
kesimin başat unsurları Çin ve Rusya mevcut durumu değiştirebilecek güce
ulaşabilmiş değiller. Ancak bu yolda ilerliyorlar…
Mevcut
düzenin baş koruyucusu ABD, küresel boyutta giderek zayıflıyor ama pozisyonunu
korumak istiyor. Ekonomik gücü (kişi başına 65 bin $ civarında, 1945’te Dünya
GSMH’nin %50’sini üretirken günümüzde %20’lerde ) küresel ölçekte geriliyor.
Askeri güç üstünlüğünü sürdürüyor. Ancak zayıfladığının bilincinde olduğu için
giderici adımlar atıyor. NATO’yu kullanıyor. ÇHC ve RF, NATO strateji belgesine
“düşman”
olarak girmiş durumda. Pasifik’te AUKUS’u,
İngiltere ve Avusturalya’yla birlikte kurdu. Hindistan ve Japonya ile QUAD
ruhunu canlandırdı.
Esas rakibi
Çin henüz daha büyük atılımlar için hazır değil. Hem ekonomik (Kişi başı yıllık
geliri 12 bin $ civarında) hem de askeri gücünü hazır edemedi. Dünya liderliği
iddiası için çok emek vermesi lazım. RF ise ekonomik olarak çok büyük bir güç
değil. Askeri gücünün ağırlığını ise nükleer kapasitesi belirliyor. İki gücün
birlikteliği ilerde belirleyici olabilir. Mevcut düzeni yıkma isteği onlardan
gelecektir ama hazır değiller!
Bu manzara
bize ne diyor? ABD bulduğu her fırsatı değerlendirerek rakiplerini çatışmalara
yöneltmek istiyor. RF-Ukrayna savaşıyla NATO kapsamında gücünü tahkim etti.
RF’yi zayıflatmayı geçici de olsa başardı. Pelosi’nin Tayvan ziyareti Çin’i
erken bir çatışmacı tutuma zorlamaktı. Çin boşa çıkan blöfüyle itibar kaybetse
de oyuna gelmedi.
ABD dolaylı
tutumla rakiplerini savaştırarak zayıf düşürmek istiyor ama kendisi savaşmak
istemiyor. Tek sorunu Avrupa enerji jeopolitiğinin sürdürülebilir olmaması
nedeniyle NATO çerçevesindeki dayanışmanın zamanla zayıflamasıdır. Amacı ise nettir:
ÇHC ve RF’yi zayıflatarak mevcut düzeni muhafaza etmek…
Çin ve Rusya
da mevcut durumları itibariyle büyük savaştan yana değiller.
O halde “Büyük Savaş” yakın değil;
kaçınılmazlığı ise zamana ve güçler dengesindeki gelişmelere bağlı…
Ahmet Yavuz,
Cumhuriyet, 8 Ağustos 2022
Yorumlar
Yorum Gönder