Sağım solum ezber

Bir süredir Sultan 2. Abdülhamit hakkında yapılan tartışmalar ezber sığlığını gözler önüne seriyor.

CB Erdoğan, bir süre önce, “Abdülhamit’in bir karış toprak kaybetmediği” savını ileri sürdü. Bu açıklamanın gerçekle bir ilgisi yoktu. Uzun bir tartışma yaşandı zira onun 33 yıl süren sultanlığı döneminde oldukça geniş vatan toprağı imparatorluk dışında kaldı. Yapılan karşıt açıklamaların Erdoğan’ı sorgusuz sualsiz dinleyenler açısından hiçbir etkisi olmadı zira o insanlara ulaşmadı. Ulaşsa da etkisi olmazdı. Einstein’ın dediği gibi önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zordur. Yaşadığımız dönemin en belirgin vasıflarından biridir. Onların bu tercihi bizlerin ve ülkenin kaderi olmaktadır…

Benim üzerinde durmak istediğim esas konu ise Abdülhamit’e yapılan eleştirilerin toprak kaybı üzerinden yapılması ve bunların belli ezberlere dayanmasıdır.

İşin doğrusunu söylemek gerekirse, Abdülhamit’e yapılabilecek en son eleştiri konusu döneminde meydana gelen toprak kayıpları olmalıdır.

Neden?

Çünkü toprak kaybının biri esas, biri tali olmak üzere iki sebebi vardır. Esas sebep milli gücün yeterliliği ya da yetersizliğine; tali sebep milli gücün etkin olarak kullanması becerisi ya da beceriksizliğine ilişkindir.

Abdülhamit özelinde bu konuya yeniden döneceğiz ama genel anlamda onun dönemine ilişkin esaslı konulara girelim.

Kendisi Meclis’i kapatmış, 1. Meşrutiyet’i sonlandırmış bir despottu. Baskıcı bir rejim kurmuştu. Mithat Paşa’yı uyduruk bir mahkemede yargılatmış ve sürgüne gönderttiği Taif’te boğdurmuştu. Dönemin hukukuyla dönemimizin hukuku arasında sıkı bir bağ vardır.

Donanmasıyı Haliç’te çürümeye terk etmişti.

Kendi önerisiyle Aralık 1881’de borçların ödenmesine karşılık alacaklılar adına çalışacak “Düyûn-ı Umûmiye” adı altında borçlar idaresi kurulmuş; Avrupa sermayesi için imtiyazlar verilmişti (Türkiye’de Çağdaşlaşma, 2018, s. 364, 365.).

Bu dönemde Ordu’yu kontrol edebilmek için nesnel denetim yerine öznel önlemleri abartılı olarak uygulamıştı. William Hale, Abdülhamit’in hastalık düzeyinde komplo korkusunun ordunun savaş gücü üzerinde köreltici bir etki yarattığını aktarmakta haklıydı (Türkiye’de Ordu ve Siyaset, 1996, s. 37).

Öte yandan onun döneminde ortaöğretime yapılan yatırımlar kayda değerdi.  

Abdülhamit’in Pan-İslamcılığı da, Pan-Slavizme karşı bir politika olmadığı gibi bütün Müslümanları birleştirmek gibi bir hayal de içermiyordu ve ayrılıkçı Müslüman Araplara karşıydı (Berkes, age, s. 364).

Günümüz muhafazakârlarının topluma pompaladığının aksine, Abdülhamit gelişmiş zevkleri olan bir padişahtı. Rom içtiği bilinmektedir.

Gelelim esas konumuza…

Bir savaşı kazanmak veya kaybetmek esas olarak milli güçle bağlantılı bir husustur. Savaş hali, milli gücün bütün unsurlarının (siyasi, nüfus, coğrafi, ekonomik, sosyal, askeri, teknolojik, diplomatik) ve özellikle siyasi, ekonomik ve askeri gücün hazır olmasını ve etkin kullanımını zorunlu kılar. Savaşın siyasi maksadıyla, bunu sağlayacak vasıtalarla uyumlu olmalıdır. Siyasi güç bunları dikkate alarak savaş kararını verir.

1699’dan beri toprak kaybeden bir imparatorluğun borç içinde yüzdüğü, yarı sömürge haline geldiği, sanayileşme süreci dışında kaldığı, stratejik ulaştırma yollarının dışında kalmanın bedelini ödediği, ordunun modernize edilme süreçlerinin kesintiye uğradığı bir ortamda toprak kaybetmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Abdülhamit’in yerinde başka bir padişah olsaydı, o da toprak kaybederdi.

İşin tali kısmına yani beceriye gelirsek…

Komutanlar liyakate göre değil sadakate göre belirlenmekteydi. Ordu’nun eğitimi zayıftı. 1894’te subay mevcudunun yüzde seksen beşi alaylıydı. Subayların üçte birinin okuma yazma bilmiyordu (Hale, age, s. 37). Ek olarak Abdülhamit’in 1877-1878 Harbini İstanbul’dan yönetmesi hep eleştiri konusu olmuştu. Bu şartlarda cepheye gitseydi, durum değişir miydi? Sorunun kısa cevabı “hayır” olmalıdır…

Bu tür analizler ideolojik bağnazlık veya ezberle olmuyor ama her yanımız onlarla dolu!

Ahmet Yavuz, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2022

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Terörle mücadele üzerine

Cumhuriyet'te yaşananlara ilişkin tavrım

Bende kalmasın herkes bilsin