Terörle mücadele üzerine

 

Terörle mücadele üzerine

Acımız büyük, hem de çok büyük. Ama ilk değildi, son da olmayacak! Hatta kısa süre sonra unutacağız; tıpkı Dağlıca’yı, Aktütün’ü unuttuğumuz gibi…

Suya yazdığımın bilincinde olarak belki bir katkı olur diye kaleme aldım.

Önce beş önemli konunun altını çizelim:

Birincisi, birileri vatanseverliğin tapusunu almış, kendi dar dünyasının dışına çıkılmasını hainlikle yaftalamayı marifet sayıyor. Onların bu tutumunu alkışlayan kalabalıklar oldukça ve cesaret kaynağı olmayı sürdürdükçe keyfilik sürecek demektir. Bu durum, aklı başında birçok kişinin ülke meselelerini özgürce sorgulamasını ve görüş ileri sürmesini engelleyici etki yaratıyor. Kimisi korkuyor, kimisi ‘bana ne’ diyor! Fikri çölleşme büyüyor…

İkincisi, 20 yıl önce PKK saldırıları sonrası TSK’yi yerden yere vuranlar, bugün koşulsuz olarak onu destekler görünüyor. Bu nefret/sevgi dengesizliği en çok TSK’ye zarar verdi, veriyor, vermeye devam edecek… İki TSK’miz yok. Ona göz bebeğimiz gibi sahip çıkmalı ancak yeri geldiğinde sorgulamalı ve eleştirmeli. Ne için? Vazifesini en doğru şekilde yapması için… Ders alınır mı? Bilmiyorum.

Üçüncüsü, asker-siyaset ilişkilerinin kodları bozulduğunda ortaya konan stratejilerin etkinliği baştan sakatlanıyor. Ne yapılmasına siyaset karar verecek, nasıl yapılmasına askeri kanat! Sınır ötesi harekât yapılması elbette siyasi kanadın karar vereceği bir husustur. Harekâta koyulacak sınırlamaları belirleme hakkı da siyasi kanada aittir. Ancak harekâtın zamanı, kullanılacak kuvvetin yapısı, alanın boyutları tamamen askerlerin kararına bırakılmalıdır. Bu ilişki sorunlu olduğunda, komutanları yapılması gerekli olmayan emirlere itaat etmek zorunda bırakır. Bu da, emir-komutada güvensizlik doğurur. Askeri her eylemin zayiat riski vardır. Kaçınılmazdır. Ama bunun bir kabul sınırı vardır. Bazı görevler vardır ki gidenlerin ölüme gittiği bilinir ve baştan benimsenir çünkü çok önemli bir karşılığı vardır. Gerekli risk alınmıştır. Zayiat doğuracağı açık ama ne getireceği belli olmayan durumlarda zayiattan sakınmak esastır. Buna, komutan karar vermelidir, veremiyorsa sorun olur! Son olay bu konunun sorgulanmasını gerekli kılmıştır. Ayrıca bu tür üs bölgeleri doğru zamanda açılıp kapatılmalı ve kendine yeterli olacak şekilde donatılmalıdır.

Dördüncüsü, 2016 sonrası yapılan düzenlemelerle TSK’nin askeri sağlık ve askeri yargı sisteminin ortadan kaldırılmasının doğurduğu sakıncalar üzerinedir. Dünyada örneği yoktur. Kahramanca çarpışan bir ordunun sağlık sistemi tahrip edilmiş ve yerine doğru düzgün bir sistem konulamamıştır. Zayiatın artmasına sebep olması yanında moral açısından da etkendir. Hangi akla hizmet ettiğini anlamak mümkün değildir. Vatanseverlikte bağdaşır yanı yoktur. Kimsenin de umurunda değildir. Çok üzücü ve utanç vericidir. Mesela eskiden tabur düzeyinde doktor varken şimdi olmadığı anlaşılmaktadır. Sağlık desteği eskiden olduğu düzeyde yeniden yapılandırılmalıdır. Bu işi yarına bırakma hakkı kimsede yoktur.

Beşincisi ve belki de en önemlisi, iç cephenin önemine ilişkindir. Terörle mücadele devletin asli görevidir. Bunun oy kaygısıyla yapılması mücadeleye zarar vermektedir. AKP bunu Açılım döneminin sonlandırılmasından itibaren yapıyor. Son seçimlerde kötü bir örneğini gördük. İktidar kendisine oy vermeyen bölge kökenli seçmenleri teröristlerle aynı kaba koymakta hiçbir sakınca görmezken CHP yönetimi de oy kazanma kaygısıyla ülkeyi kuran parti olma sorumluluğundan uzak bir tutum takınıyor. Yönetsel değişiklik de bu konuda farklılık yaratmamış gibi duruyor. Sonuç olarak terörle organik bağı olmayanların suçlanmasının devlet-vatandaş arasındaki gönül bağına zarar vermesi kadar, teröre hoşgörüyle yaklaşanlarla uyumlu ilişkiler kurmanın iç cepheyi zayıflatıcı bir yanı vardır. Terörden medet uman dış gücün işini kolaylaştırır.      

Gelelim terörle mücadelenin stratejisine…

Üç tehdit var:

Biri içerde, kırsalda ve şehirlerdedir. İHA ve SİHA’ların etkin kullanımı sayesinde PKK’nin kırsalda artık etkin olması mümkün değildir. Önemli olan içerden terör örgütüne katılımı durdurabilmektir. Atılan adımlar yerindedir.

İkincisi Suriye’den kaynaklıdır. Asli tehdittir. Bu konuda temel yanlış Suriye devletiyle bir araya gelme iradesinin gösterilmemesidir. Bu adım atılmadan yapılan her şey ABD’nin bölgede PYD’yi yani PKK’yi devletleştirme planına hizmet eder. Bu durum, terörle mücadelede stratejik önceliğin Suriye harekât alanına verilmesini zorunlu kılmaktadır. Buradaki başarı K. Irak’taki PKK varlığının önemini azaltacak mahiyettedir.                                                                             Konunun İsrail’in genleşme arzusuyla da bağı dikkatten uzak tutulmamalıdır. ABD ile hesaplaşma da bu alandadır. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği Suriye devleti kadar Türkiye’nin meselesidir. Büyük adım atmayı gerektirmektedir.

Üçüncüsü K. Irak’tan kaynaklıdır. Bu bölgedeki tehdit de, TSK’nin bu bölgede varlığı da yeni değildir. Ancak yeni olan sınır ötesinde daha çok sayıda ve kış koşullarında da birlik bulundurulmasıdır. Daha önce Kandil’e kadar ulaşmayı, açılan üs bölgelerinin bu stratejinin bir parçası olduğu ifade edilmişti. Sorgulanması gereken bu kadar birliği, bu kadar derinlikte ve kış koşullarında bulundurmanın doğru olup olmadığıdır. Eğer Suriye boyutu olmasaydı bu strateji yerinde bir tercih olabilirdi. Oysa Suriye’de ortaya çıkan durumdan sonra ve İHA teknolojisinin kazandırdığı yetenekler sayesinde bölgenin önemi ikincil hale gelmiştir. Bölgede hudut ötesinde kuvvet bulundurmak suretiyle elde edilecek fayda sınırlıdır. Bunu yapmak yerine kışın üs bölgesi tesisinden vaz geçilmeli ya da sayısı azaltılmalıdır. Artan kuvvetlerle hudut birlikleri takviye edilebilir. Hava kuvvetleri tarafından olabildiğince denetim altına alınabilir.

Her zaman her yerde güçlü olmak mümkün değildir. Gerçekçi önceliklendirme yapılmalıdır. Büyük bir özveriyle yürütülen mücadelenin başarısı önemli ölçüde bu ilkeyi doğru uygulamaktan geçmektedir. Mevcut haliyle sorunlar vardır.

Karşımızda bölücü bir örgüt vardır ve bölgesel gelişmeleri maalesef iyi değerlendirmektedir. Mücadele uzun solukludur.  Tek terörist kalmayıncaya kadar” söylemiyle değil, “ne kadar terörist olursa olsun mücadele kararlılığı içinde olunacağı” düsturuyla hareket edilmelidir. Ne kendimizi ne de başkalarını kandırmamalıyız.  

Büyük tehdit ise ABD’nin bölge politikasından kaynaklıdır. Bölgede girdiği her yeri yıkan ve hiçbirinde düzen kuramayan bu güç, önümüzdeki dönemde Çin ile rekabeti adına bölge için daha tutarlı adımlar atmak zorundadır. Gelişmeler düşmanca tutumlar takındığı Türkiye’ye daha çok ihtiyaç duyacağı bir geleceği işaret etmektedir. Sabırlı ve tutarlı adımlar önemlidir. İçeriye oynayan sahici olmayan kahramanlıklar yerine çıkara dayalı bir ilişki devletten devlete yürütülmek zorundadır. Zordur ama yapılamaz değildir.

Küçük hesap zararlı hesaptır.

Acıyı bal eyleyenlerin üstesinden gelemeyeceği zorluk yoktur. Yeter ki bilimsel bakış ve ahlaki duruş rotasına yeniden girilsin…

Ahmet Yavuz, 24 Aralık 2023       

 

Yorumlar

  1. Akılları başına getirecek bir yorum. İnşallah okuyan çok olur, inşallah Reise de birileri okur.
    C.Utku

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet'te yaşananlara ilişkin tavrım

Bende kalmasın herkes bilsin