Büyük baş ağrısı: Suriye ve geleceği
Büyük baş ağrısı: Suriye ve geleceği
AKP
iktidarının Suriye politikası Türkiye’nin güvenliği aleyhine birçok sonuç
doğurmuştur. Çok basit bir ifadeyle 2011 yılında ABD ile birlikte girişilen
Suriye’de rejimin değiştirilmesine destek politikası anılan ülkenin daha da
istikrarsız bir duruma düşmesine yol açmıştır.
Sınır güvenliği
2016’dan itibaren yapılan askerî operasyonlara rağmen tam olarak sağlanabilmiş
değildir zira kontrol altına alınan ve güvenli kılınan alan hem sınırın
yarısına denk düşmektedir hem de daha güneye ötelenen tehdidi ortadan
kaldırmamıştır.
Ülkeye kabul
edilen, ağırlanan, özenle bakılıp beslenen ve sayısı tam olarak bilinemeyen
milyonları aşkın sığınmacının varlığı da hem demografik yapının bozulmasına hem
de iç güvenlik açısından büyük risklerle karşı karşıya kalınmasına yol
açmıştır. Bu risklerin ne anlama geldiği önümüzdeki dönemde sosyal, ekonomik,
siyasi alanları da kapsayacak şekilde kendisini daha çok hissettirecektir.
İdlid’te
HTŞ’nin varlığı ve etkinliğini yayma çabası, Türkiye’nin kontrolündeki Suriye
Milli Ordusu (SMO)’nun rejimle uzlaşmaktan uzak durması bölgesel otonomi
arzularını canlı tutmaktadır. IŞİD de kendisine bu ortamda yeniden hayat alanı
arayışı içindedir.
PKK’nin
etkinliğini uluslararası kılma arayışı ve stratejik önceliğini Suriye’ye
kaydırması, IŞİD ile mücadelede rol üstlenmesi ABD himayesinde bir devletçik
oluşturmasına zemin yaratmaktadır. Birkaç yıl önce PYD’nin dile getirdiği
otonomi isteği yerini federal tercihlere bırakmıştır (Bu konuda Prof. Dr.
Serhat Erkmen’in 8 Ocak 2024, Fikir Turu ve Sedat Ergin’in 3-4 Ocak 2024
tarihli Hürriyet yazıları önerilir).
Rusya
Ukrayna ile savaşı nedeniyle Suriye’de mevcut durumun Şam aleyhine daha da kötüleşmesinden
yana olmayacaktır ama bunun için ne yapar? Bilinmez! İran’ın çıkarı
istikrarsızlığa karşı durmaktan geçmektedir ancak bunu sağlayacak güçten
yoksundur.
Mevcut
koşullar ışığında Suriye’nin yeniden üniter yapıda bir ülke haline gelmesinin
olanaksız olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Son günlerde gündeme gelen ve gerçekliği
tartışmalı ABD’nin “Irak ve Suriye’deki askerî
varlığını sonlandırma” arayışı gerçekleşse bile artık bu mümkün
görülmemektedir. Bu olasılık ABD’nin
Çin’e yönelik stratejisi ve İsrail-Arap yakınlaşmasını sağlayan İbrahimi
Anlaşmalarıyla uyumlu bir anlam ifade etse de İsrail’in Gazze’de giriştiği
savaştan sonra pek akılcı görünmemektedir.
Öte yandan PKK/PYD’nin
Suriye’nin kuzeyinde giriştiği koridor arayışı, Türkiye’nin yaptığı dört
operasyonun ardından başarısızlığa uğramıştır ama arayışı devam etmektedir.
Yeni jeopolitik oyun, koridoru K. Irak’tan başlayan PYD’nin kontrol ettiği kuzeydoğu-güneybatı
eksenindeki Suriye üzerinden İsrail’e bağlamaya yönelik gibi duruyor. PKK/PYD geleceğini
ABD himayesi yanında İsrail’in genişleme arayışına eklemlemeye çalışmaktadır.
Gazze savaşı bu yanıyla da izlenmeye değerdir zira İran’a karadan ulaşan stratejik
aksı içermektedir.
Bu veriler
ışığında ne yapmak gerekir?
Uzun zamandır
yazıp söylediğimizin tekrarı olacaktır ama gerçekleştirilmesinin geçmişe göre
daha zor ancak daha hayatî olduğu kesindir.
Suriye’nin
bölünmesi Türkiye’nin kabul etmemesi gereken bir olgudur. Bu nedenle hiç
gecikmeden Şam ile ortak zemini bulmak ve hayata geçirmek zorunluluğu vardır.
Suriye
açısından ele alındığında, elindeki tek seçeneğin Türkiye ile birlikte hareket
etmek olduğu açıktır. Belki Çin desteğinin de aranıp bulunması gerekir.
Dolayısıyla
Türkiye-Suriye ortaklığı kaçınılmaz bir kaldıraç gibi durmaktadır. Esad’ın iş
birliğinin ön şartı olarak ileri sürdüğü “Türk
ordusunun denetimi altındaki alanı boşaltması” talebi gerçekçi değildir.
Bu, karşılıklı anlaşmayla gelişmelere koşut olarak zamanla sağlanabilir. Buna
paralel olarak İdlib’teki HTŞ egemenliği Şam’ın esas, Türkiye’nin tali rolüyle sonlandırılabilir.
Merkezi
devlete bağlı ama bir ölçüde otonom bir yapı bölgede kurulduğunda Suriye’nin
toprak bütünlüğünü sağlayıcı bir basamak elde edilebilir.
Oluşacak
durum ABD ve PYD üzerinde baskı oluşturma niteliği kazanacak ve kartlar yeniden
karılacaktır.
Sığınmacıların
da yavaş yavaş ülkelerine kavuşturulmasının koşulları yaratılabilir.
Bütün bu
adımların atılması ülkelerinin güvenliği ve halklarının refahı için Erdoğan ve
Esad’ın güçlü irade sergilemelerine bağlıdır.
Ahmet Yavuz
İdlib'in çok küçük bir kısmındaki kısa süreli çatışmalar hariç Suriye'de aktif bir cephe kalmamıştır. Dolayısıyla ülkedeki sığınmacıların "Suriye'de savaş var" mazeretinin bir geçerliliği kalmamıştır.
YanıtlaSil